2

2.1K 57 2
                                    

Her şey birbirini kovalıyor, saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri, saatler ise günleri.
Annem beni, ben Araf'ı, garip olan ise Araf'ta beni kovalıyordu.
Kaçan kovalanır sözü bizim için hiç uygun değildi. İkimizde kovalıyorsak kaçan kimdi?
Peki kaçmıyorsak neden kovalıyorduk?

15 günlük bir tatilin, ev hapsinin, annemin nasihatlarının, teyzemin yemeklerinin ve kucak dolusu iyi dileklerin sonuna gelmiştim.
Bileğim de sadece küçük bir sargıdan hariç vücudumda o günlere ait dikiş izleri kalmıştı.
Peki ya ruhumdan ne götürmüştü o günler. Mesela hayal gücümü, uzun zamandır hiçbir şey çizmiyordum. Kağıtlarım, şu dert ortaklarım beni korkutuyordu, yabancılaşıyorlardı. Mesela kahkahalarım, gülmek sanki yemini mi çiğnemek gibi geliyordu.
Mesela cesaretim, o cesur kızdan geriye sadece kapalı kapılar ardında kabuslar gören, boğulan, kalbi sıkışan bir kız kalmıştı .

15 gündür Araf'la tek bir kez bile görüşmemiş ya da konuşmamıştım. Yeni bir telefon alacak fırsatı bulamamıştım zaten anneminde almak gibi bir niyeti yoktu. Araf'la konuşmamam için beni cam bir fanusa bile kapatabilirdi. Üstelik okulumun ikinci yarısına bir düzine kuralla başlıyordum.
Yalnız bir yere gitme! Okuldan çıkarken, girerken, giderken, gelirken her zaman haber ver! Otobüslerin üzerine bakmadan katiyen otobüse binme! Gibi daha bir çok kuraldan en çarpıcısı ise tabi ki
Araf'la olan münasebetine dikkat et ve onunla düzeyli bir şekilde buluş!
Annemin şu 1900' lerden kalmış kelime darcığıyla kurduğu cümle tam da buydu. Münasebet ve düzeyli bir buluşma işte bütün mesele bu.

Ve en önemli konu bu berbat günlere katlanabilmemin, okula gitmemin hatta nefesimin tek sebebi Araf.
O gün bana beni sevdiğini doyasıya haykıran o adam, beni mutluluk diye bir okyanusda yüzme bilmememe rağmen delicesine yüzdüren o adam Araf.
O gün annem beni kolumdan tutup arabaya çekerken, Gürkan onun koluna girip hastaneye götürürken ikimizde sadece birbirimize bakıyorduk. İşte bu en muhteşem ve en son görüşmemizdi.
Şimdi Mete'nin arabasının arka koltuğunda yanımda Zeliş, önümde de Mete ve Sıla ile birlikte okula giderken düşünmem gereken tek konu Araf olmalıyken ben okula nasıl gireceğimi düşünüyordum.
Bahçe, kantin, sınıf, koridorlar bana deli gibi Meriç'i haykırırken ben nasıl nefes alabilirdim.
" Dur" diye Mete'ye bağırınca herkes sessizliğinden çıkıp bana odaklandı. Sıla sabırsızca
" iyi misin?" Diye sorunca
" evet iyim, ben okuldan önce Meriç'i görmeliyim. " diye cevap verdiğimde Mete arabayı aniden durdurdu.
Hepimiz bir yerlere tutunup dengemizi toplayınca Mete
" delirdin mi sen? Sana bunca şey yapmış o adamı mı göreceksin?" Diye bağırdı. Mete'nin bu tepkisi Sıla'yı da benim şaşırdığım kadar şaşırtmıştı.
" sakin olun." Zeliş uzun zaman sonra sessizliğini bozup bize bir tepki verdiğinde Sıla'ya
" telefonunu ver." Deyip elimi uzattım. Sıla biraz önce söylediği cümleden pişman olan Mete'ye bakarken elindeki telefonu bana uzattı.
Hiçbir şey söylemeden arabadan indim, Mete de daha sakin bir şekilde arabayı sağa çekti.
Araf'ın numarasını zar zor hatırlayıp tuşladıktan sonra derin bir nefes aldım. Sesini duymak beni heyecanlandırıyordu, onu özlediğimi onu görünce, sesini duyunca anlıyordum.
Telefon bir kaç kez çalınca
" Evet" diyerek telefonu açtı. Ondan duyduğum şu tek kelime dört harf beni nasıl bu kadar etkileyebiliyordu?
" Benim Melek " gibi bir ses çıkarmaya çalışıyordum. Ama hayır bu bir cümle olmaktan çıkmıştı.
İkimizde de derin bir sessizlik hakimdi.  Birkaç saniye mi birkaç dakika mı? Ne kadar süre geçmişti bilmiyorum. Sadece nefes alışverişlerini dinliyordum, sadece sessizliğini sadece hiçbir şeyini dinliyordum.
" nerdesin?"  sessizliği zorda olsa bozan kişi tabii ki Araf'tı.
Bende dikkatimi tekrar toplayıp
" ben Meriç'i ziyaret edeceğim." Dedim.
Bunu birden bire nasıl söyledim, hiç anlamamıştım ama söylemiştim işte.
" nerdesin?" Diye yeniden sorunca olduğumuz yerin adresini verdim.
Kızlara ve Mete'yi zorla da olsa gönderip parkın içine doğru yürümeye başladım. Araf gelinceye kadar temiz havayı solumak istiyordum.
Bende değişen bir çok şey vardı, eskisi gibi değildim. Her duruma uyum sağlayan o kız gitmişti, yerine korkak, ürkek bir kız gelmişti.
Banklar yerine bir ağacın altına oturup Araf'ın gelmesini bekliyordum. Aslında annemin de beni bu kadar rahat bırakmasının sebebi kötüye giden durumumdu.
Bir keresinde banyoda kilitli kaldığımı sanıp bayıldığımda yarım saat sonra beni yerde öylece yatarken gördükten sonra durumumun ne kadar ciddi olduğunu anlamıştı.
Aslında psikolojik bir destek almam konusunda beni ikna etmeye çalışmışlardı ama ben kesinlikle kabul etmemiştim. Kendi başıma halledebileceğim bir durumdu bu.
Yanıma birinin oturduğunu fark ettiğimde düşüncelerimden çıkıp bir kolu hala askıda olan ama yakışıklılığından hiçbir şey kaybetmemiş ve denizi izleyen Araf'a döndüm.
Sakalları iyice uzamış ama bu onun karizmasını daha da artırmıştı. Böyle yakışıklı bir adam benim gibi cılız bir kızda ne bulmuş olabilirdi. Hiç bilmiyorum ama çok şanslıydım.
"Dinliyorum" deyip iyice geri yaslandığında sesindeki gerginliği hemen anladım.
"Seni özledim." Dediğimde başını -istemsizce olduğu her halinden belli oluyordu- hızla bana çevirdi.
Çoğu tepkim onu şaşırtıyordu, aslında onun verdiği tepkilerde beni şaşırtıyordu.
" seni nasıl bulduğumu bana sormayacak mısın?" Diyerek tüm romantizmi geri dönmemek üzere bizden çok uzaklara gönderdi.

" merak etmiyorum açıkçası, sadece Meriç'i bir kez olsun ziyaret etmek istiyorum." Konuşmam bittiğinde konuyu değiştirdiğim için rahatsız olduğu belliydi. Ama sinirli olmadığı da kesindi.
" beni arayıp senin hiçbir şey yemediğini söyledi. Yardım istedi." Dediğinde neden sinirli olmadığını anladım.
Meriç, şu herkesin kötü ilan ettiği o iyi yürekli ama dünyada insana her şeyi yaptırabilecek olan çaresizliğin kıskacına girmiş adam.
Meriç, şu bana tekmelerle tokatlarla vuran vicdansız olduğuna inandığım ama vicdanın yüküyle ölümü seçen adam.
Ve Meriç, şuan dünyada olmayan ama asla unutmayacağım arkadaşıma artık daha çok gitmek istiyordum.
" onu ziyaret etmek istiyorum." Diye yinelediğimde ayağı kalkıp elini bana uzattı.
Bu beni mutlu etmişti, beni anlıyordu ve beni dinliyordu.
********************************
Şaşırıyordum, insanların yaşadığı yerlerde bir ot bile çıkmazken burdaki et yığınlarının etrafı alabildiğine yeşildi.
Başlarında sert bir taş üzerlerinde ise onlara Fatiha okunmasını dileyen yazıları ile yeşilliğe doyuyorlardı.
Peki huzur, ordan oraya koşan ruhların ve canlı bedenlerin kalplerini kemiren huzur, burda belkide sonradan çürümüş et yığınlarının ve geride sadece kemiklerin kaldığı bu toprağın altında dolucasına vardı.

Meriç ah benim gülüşünde mutluluk aşılayan arkadaşım, sen şimdi bastığım şu toprakların altında mısın?
Ölüm yaşayanların korktuğu, ölenlerin ise sonsuz huzur dolduğu bir yer miydi? Meriç şimdi huzurlu muydu?
Araba yukarılara çıkmak için dönemeçleri dönerken ben başımı cama yaslamış sadece yeşilliğin donattığı mezarlığı seyrediyordum.
İlk kez Araf yanımda araba sürerken onu izlemek yerine Meriç'i arıyordum.
Araf arabayı sağa çekince bende kafamı camdan çekip arabadan indim. Araf Görevliye Meriç'in yerini sorarken ben hala üzerindeki bir yığın toprakla yatan insanları seyrediyordum. Kim bilir yaşarken neler yapmışlardı? Belki çok güzel iyiliklerle ayrılmışlardı bu dünyadan, belki de en büyük kötülüklerle.
Araf bekçiyle konuşmasını bitirip arkamdan omzuma dokununca bir anda
" aaa" diye bir çığlık atıp arkamı döndüm. Neler olduğuyla ilgili hiçbir fikrim yoktu ama bir şeylere müdahale edemiyordum.  Çok korkmuştum, ellerim, ayaklarım titriyordu Araf'ta korktuğumun farkındaydı.
" iyi misin?" Dediğinde zorda olsa başımı evet anlamında salladım. Bekçi bir bardak suyu uzatınca hemen içip kendimi toplamaya çalıştım.
" öğrenebildin mi?" Deyip plastik bardağı çöpe attığımda Araf hala şüpheli gözlerle bana bakıyordu. Normal davranmadığımın oda farkındaydı.
Elini uzattığında titremenin devam etmediğini umarak elini tuttum.
" Biraz yürüyeceğiz, ama çok uzak değil." Diyerek yürümeye başlayınca bende onu takip ettim.
Küçük bir yokuşu çıkarken
" ne kadar çok değiştik değil mi? Arttık azaldık, bir şeyler kaybettik, bir şeyler ekledik." Dedim.
Birden durdu, elini elimden çekip saçlarımı okşadı.
Hayatı, yaşamayı, nefesi geride bırakmış, şimdi sonsuza sonsuzluğa gitmiş yüzlerce kemik yığınının arasında sevdiğim adamın gözleri çakmak çakmak yanıyordu.
" benden hiçbir şey eksilmedi. Hatta tamamlandım." Derken alnıma da bir öpücük kondurdu.
Geri çekildiğinde tebessüm ederek bende ayak parmaklarımın üzerine yükselip saçlarını okşadım.
" ben" deyip duraksadıktan sonra
" ben saçlarını okşamayı özledim." Dedikten sonra başımı alnına dayadım.
" gözlerine dolu dolu bakmayı, en önemlisi de kokunu özledim." Diyerek başımı boynuna yasladım.
Birkaç saniye öyle durduktan sonra geri çekilirken
" seninle önemli bir konuyu konuşmam lazım." Dediğinde bir an duraksadım. Başımı nedir anlamında sallarken
" Melek." Sesiyle ikimizde sesin geldiği yöne doğru döndük.
Yorgunluğu, bitkinliği, hüznü gözyaşlarının aktığı gözlerinden belli olan bir kadındı bu.
Saçları darmadağın, kıyafetleri özensiz, en kötüsü de yaşama sevinci dediğimiz bizi hayatta tutan o duygudan çok uzakta olan bir kadındı bu.

SUSKUN 2 ( Sessizliğin çığlığı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin