45

875 47 4
                                    

Her şey güzel olacak!
Bu söz en büyük aldatmaca, en büyük hayal kırıklığı, en büyük yalan. Her şey hiçbir zaman iyi olamaz, bir şeyler iyiyken bir şeyler hep kötü. Bir şeyler güzelken bir şeyler hep çirkin.

O hastane odasında herkes yüzüme gururla bakarken Mete başını yerden bir dakika olsun kaldırmadı. Yüzüme, gözlerimin içine bakmasını istiyordum. İlk kez gözlerimi  onun gözleriyle boğmak istiyordum. Çünkü gözlerinde mutluluğu görmeyi istiyordum, gözlerinde hastane bahçesindeki senin yüzünden bakışlarını silmek,  yerine senin sayende bakışları eklemek istiyordum.

Bu olayın üzerinden 3 gün geçmişti, 3 gün boyunca evden dışarı ekmek almaya bile çıkmamıştım. Sadece deli gibi resim yapıyordum. Resimlerinde birçok duyguyu bir araya toplayan ben, şimdi resimlerinde sadece iki duyguya yer veriyordum.  Utanç ve vicdan azabı.

Araf teyzesiyle yeteri kadar ilgilendiğini düşünmüş olacak ki beni yanında istiyordu. Şimdi bana gönderdiği özel bir arabayla onun yanına gidiyordum. Üstelik annemin 3 gündür saatte bir arayarak ' Araf'a söyle seni istemeye gelsin.' emrini daha yerine getirememiştim. Araf ve kız istemek aklıma sadece dil bilgisi konularından biri olan anlatım bozukluğunu getiriyordu. Özne yüklem uyumsuzluğunu en iyi anlatan örnek 'Araf kız isteyecek.' Örneğiydi.
Araba yavaşça durduğunda anlatım bozukluğunu bir  tarafa bırakıp şöförün kapıyı açmasını beklemeden arabadan indim. İlk kez bu kadar yüksek bir binanın yanında duruyordum, bina tamamen camdan yapılmış, önünde ise en büyük puntolarla ' KANDEMİR HOLDİNG' yazıyordu.
O arabaların, paranın, mutsuzluğun, rekabetin, inadın kaynağıydı burası. Mini etekli bir kadın bana doğru yürürken ben hala devasa binaya ve ismine bakıyordum.
" efendim Araf bey sizi bekliyor." Kendime geldiğimde kadının aslında istemsizce beni süzdüğünü fark ettim. Bende aynı şekilde onu süzmeye başladım. Siyah ve dar mini eteğinin üzerinde beyaz kısa kollu bir gömlek giymişti. Saçlarını ise tepeden sert bir topuzla toplamıştı. Ancak bu prosedür gereği giydiği elbisesine kendi imzasını mor topuklu ayakkabılarıyla atmıştı. Hala beni süzmeye devam ediyordu oysa benim aksime onun süzülecek çok bir şeyi yoktu.
" gidelim."diyerek bakışlarını üzerimden çekmesi için bir hamle yapmak istediğimde bana önden gitmem için eliyle buyurun işareti yaptı. Bu 'birazda boyuna posuna bakalım demekti.' Birden bire istemsizce içimden bir gülme hissi oluşmuştu ama artık saklamakta ustalaşmıştım.

Cam binanın içi de en az dışı kadar gösterişliydi. Herkesin içinde durumum  yeşil zeytinlerin içindeki tek siyah zeytin gibi olmuştu. Halim gerçekten tam olarak buydu.
Araf'ın odasına geldiğimi anlamam kapının üzerinde yazan ismi görmemle olmuştu. Sarışın sekreter
" buyurun Araf beyin odası." Diyerek kapıyı gösterdiğinde imalı bir şekilde duvarda asılı olan isme baktım. Yanımdan uzaklaştığında kapıyı hafifçe tıklattım ve içeri girdim. Oldukça büyük bir odanın her yerinde Araf'ın izleri vardı. Odada göze çarpabilecek ya da hiç göze çarpmayacak yerlerde bile sadece siyah vardı. Siyahın insanı bunaltan havasını ise sadece araya serpiştirilmiş mavilikler engelliyordu.
" hoşgeldin ilham perisi." Dediğinde hızla arkamı döndüm. Elindeki dosyaları kapının arkasındaki raflara bırakıyordu. Üzerinde tüm vücudunun her köşesine özenle oturmuş bir takım elbisesi vardı. Onu ilk kez bu kadar resmi görüyordum. Bu haliyle ona yabancılaşıyordum.
" hoş buldum." Dediğimde tam bir Araf cevabı olarak
" bunu zaten biliyorum. Beni hoş bulmayan neredeyse hiç kimse yok. Olanlarda muhtemelen görme yetilerini kaybetmiştir." Dedi. Küçük bir kahkaha atarak
" tabii ki Araf." Dedim ve dikkat etmeden bir sandalyeye oturdum. Dosyayı bıraktıktan sonra yanımdaki sandalyeye oturdu ve elini omzuma atarak bana doğru döndü. Bende vücudumu tamamen ona doğru dönmüştüm. Burnunu hafifçe boynuma değdirirken
" bu koku." Dedi ve kokumu içime çekti.
" kızgın bir çöldeki Serap gibi beni kendimden geçiriyor." Cümlesi kulağımdaki en güzel yankıydı. İyice kendini bana ve sürekli içine çektiği kokuma kaptırmışken birden bire hiç düşünmeden 
" yarın akşam beni istemeye gelsenize." Dedim. Söylediğim cümlenin etkisiyle derin bir şekilde nefes almayı bıraktı, hatta sanırım nefes almayı da bırakmıştı. Yüzümü görebilecek şekilde benden uzaklaştı.
" istemek derken." Dediğinde yüzü gerçekten anlamadığını belli ediyordu.
" kız isteme, annem sizi bekliyor." Diyerek gülümserken onun yüzündeki anlamsız ifade hiç eksilmemişti.

" istersen birde kahve fincanı getireyim, bir fincanda kahve isteriz belki. İyi misin sen? Sanki eşya istiyoruz."  İşte dalga geçmeye başlamıştı. Bu da 'evet, geleceğim ama olduğum durumla doyasıya dalga geçtikten sonra.' Demekti.
" bu bir gelenek, aileden rıza alınmalı." Durumu idare etmeye çalışıyorken iyice batırıyordum.
" gelenek mi? Mesela senin adımı anmaman gereken bir gelenekte var ya da el öpmeye gitmek gibi. Bunları da yapalım o zaman." 
Söylediği şeylerde haklıydı ama şu an bunu bilmesine gerek yoktu.
" Araf, sende geleceğini biliyorsun, neden zorluyorsun? Benimle tartışmak hoşuna mı gidiyor?"  Diye sorduğumda
" seninle yaptığım her şey hoşuma gidiyor, o konu çok ayrı." Cevabını alınca birden hiç beklemediğim anda gülümsedim.
" ama Melek bu şey gibi. Evde kahveniz var mının, evde bekar kızınız varya onu alabilir miyim hali gibi." Dediğinde gülümsemem bir kahkahaya dönüştü.

" bunu okulda girmek istemediğimiz ama girmek zorunda olduğumuz sınavlar gibi düşün." Söylediğim her şey onu daha da sakinleştirmişti. Yeniden bana yaklaşmaya başladı. Şimdi alnını alnıma dayamıştı.

"bu saçmalıklara katlanmamın tek sebebi ileride seninle aynı yatakta uyanmamı sağlayacak olmaları."
*************************************
Her şey çok hızlı oluyordu. Tüm gün temizlik yapmıştık. Tonton dedem alelacele İstanbul'a gelmişti. Araf bir şekilde teyzesini ikna etmişti. Birazdan herkes gelecekti. Saçlarım çok güzel olmuştu, kıyafetimi annemle birlikte seçmiştik ve vücudum için çok uygundu. Her şey çok güzeldi, herkes çok güzeldi, annemin özenle seçtiği çiçekler, yemekler ve süsler, kıyafetler, içeçekler.
Şimdi beş dakika önce yanmış olan sokak lambalarına bakıyordum, karşı komşumuz her zamanki saatinde, uzun zamandır yağlanmadığı için ince ve tiz bir ses çıkaran bahçe kapısını açıyordu. Sokaktaki herkes bir yerlere gidiyor ya da bir yerlerden geliyordu. Hepsinin birçok derdi olabilirdi, küçük bir ihtimalle içlerinden bir kaçının hayatları çok güzeldi ve her şey gayet yolundaydı.
Peki, ben en çok mutlu olmam gereken günlerden birinde neden bu kadar tedirgindim?  Neden sadece ve sadece gözlerimde o hastane odasında yüzüme bile bakmak istemeyen adamın yüzü vardı? Vicdan azabı dedikleri şey ne kadar da güçlü bir duyguydu böyle. En büyük mutluluğun içinde küçücük kalıyordu  ama inanılmaz bir sızıyla tüm mutluluğu zedeliyordu. Vücuttan koparılamayan ama inanılmaz acı veren bir yaranın kabuğu gibi.

İşte sokakta sadece  istediği şeyleri yaptığımda canım teyzem olan teyzem, mutluluğu yanında korkuluk gibi ruhsuz duran bir adamdan alan gururlu kuzenim Sıla, Araf'ın bir kez bile olsa bana baktığı gibi kendisine bakmasını isteyen özel kuzenim Zeliş geliyordu. Eniştem gelmemişti, Mete ilgili olanları öğrendiğinden beri hiçbirimizle konuşmuyordu. Ben bile kendimle konuşmazken bu konuda onu suçlamam imkansızdı.
Ve işte şimdi sokağın başında kabuslarımı tek duyguya hapseden Mete geliyordu. Ona yaptırdığım ve adına ne diyeceğimi bile bilmediğim şeyden sonra sadece vicdan azabının esiri olan kabuslar görüyordum. Yüzünde ne hüzün ne acı ne de korku vardı. Hala hastane odasındaki o donuk ifadeyle etrafa bakıyordu. Buna daha fazla dayanamayacak olacaktım ki bakışlarımı camdan içeri doğru çektim. Onu görmemek bana  birazcıkta olsa yaptığım kötülüğü unutturuyordu, şimdi ise en büyük mutluluğumu seyretmeye en büyük vicdan azabım geliyordu.
Yüzümdeki suçluluk duygusunu silmek için son kez aynaya bakıp gülümseyerek beni aşağı çağıran annemin yanına indim. O sırada teyzemlerde içeri girmişti. Hiç kimseye merhaba bile demeden direkt olarak köşede sohbet eden tonton dedemin ve Halil abinin yanına oturdum. Amacım sohbet etmek değildi,  sadece bu sahtelikten uzak durmak istiyordum ki gelenlerin de zaten umrunda bile değildi. Mete için ise şimdi ne söyleyebilecek ne de yapabilecek bir şeyim yoktu.
Kapı çaldığında evimizdeki gerginlik ve insanların zoraki gülümsemesi dozunu iyice artırmaya başlamıştı. Hiçbir şey düşünmek istemiyordum. Ne aile olduklarına kendilerini bile inandıramayan biyolojik birlikteliğim olan insanları ne de vicdan yüküyle beni her saniye daha çok küçülten Mete'yi şimdilik düşünmemeliydim. Yeni bir sahte gülümseme yerine her zaman yanında olmak istediğim adamı görecek olmanın verdiği mutlulukla  gerçek bir gülümseme ile gelenleri karşılamak için dış kapıya yöneldim.  Kapıyı açtığımda Araf, İpek teyze ve Araf'ın eniştesinin en az içerideki kadar sahte gülümsemeleri ile karşılaştım. Ne garip bir gece yaşayacaktık. Birbirinden nefret eden ama yanındakini mutlu etmek için çenesi ağrıyana kadar gülümseyen bir düzine insan, her zaman huzur yuvam olan evin içindeydi.

SUSKUN 2 ( Sessizliğin çığlığı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin