Nasıl gece eninde sonunda gündüze dönüşüyorsa, nasıl kış uzun sürse de yerini bahara bırakıyorsa ve nasıl ki bir yola çıktığında o yolun hangi gün biteceği belli olmasa da bir gün bitecekse, yaşanan tüm sıkıntılarda bir gün biter. Her zaman böyle düşünürdüm. Uzun sürse de bir gün sıkıntıların üzerimden akıp gideceğini düşünürdüm. Oysa bunlar insanın bardağın dolu kısmından bakma şekliydi.
Eğer her şeyin bir sonu olduğunu düşünüyorsak o zaman gündüzden sonra gelen gece tekrar gündüzü çağırmayacak mı?
Ya da büyük sevinçlerle karşılanan bahar yaprak dökümüyle yerini kışa bırakmayacak mı? Her biten yol zaten yeni bir yolun başlangıcı değil miydi?
Dertler elbette bir gün biterdi ama her şey bitiyorsa mutluluktan baki kalmasını beklemek karayı görmememize rağmen okyanusta karaya varmak için kürek çekmek kadar boşunaydı.
İşte bu yeni düşüncemin bana öğrettiği en önemli ders şuydu; sıkıntılarla fazla boğuşma eninde sonunda biterler ve mutluluklara fazla alışma sonunda seni dertlerle yalnız bırakır.Karanlık tüm evi doldurmaya başlamıştı, İstanbul sokaklarının lambaları evin içini de aydınlatıyordu. Ambulansın sesi, trafiğin açılmasına bir faydası olmasa da korna sesleri hepsi burdan duyulabiliyordu.
hazırladığım yemekler çoktan soğumuştu, Damla'nın özenle yaptığı topuzum bozulmaya başlamış uzun mavi elbisem artık bana ağır geliyordu.
Araf'ın evindeydim, işimi yarayacak her şey vardı. Mumlar, balonlar, romantik bir yemek masası bunların hepsi vardı ama bunların bir işe yaraması için gereken tek şey yoktu; Araf.
Kapıcıyı ikna etmek sandığımdan daha kolay olmuştu, Damla'nın da yardımıyla sadece ikimizin olduğu bir Doğum günü partisi hazırlamıştım. Aslında Damla'ya göre Araf yine çok kızacaktı, hayatında hiç Doğum gününü kutlamamıştı. Buna yine hiç şaşırmamıştım, Araf kendine iyi gelen her şeyden ya kaçıyor ya da hayatından uzaklaştırıyordu. Kızacağından emindim, çok kızacaktı hatta büyük ihtimalle yaptığım her şeyi darmadağın edecek sonrada odasına gidecekti. Ama yine de bu hırçınlıklara karşı korkup sindiğimi düşünmesini ya da bu hırçınlıklarla yalnız kaldığını düşünmesini istemiyordum. Kavga olacaksa olabilirdi, tartışma ya da ayrılık olabilirdi ama pes etmek hiçbir zaman olmayacaktı.
Bir ara uykuya dalmamak için kendimi yağmur yağacağı için serinlemiş terasa attım. Rüzgar yine tenimi okşuyor, Damla'nın çok büyük uğraşlarla yaptığı saçımı oradan oraya savuruyordu. Evet, Araf'a farklı duyguları tattırıyordum ama oda bana farklı olaylar yaşatıyordu. Kim berbat olacağını bile bile bu kadar hazırlık yapardı ki.
Rüzgar iyice hızlanırken bende balkonun en uç köşesine doğru yürüdüm, çıplak ayakla yere bastığım için soğuk, bedenimin tüm hücrelerinde hoyratça dolaşıyor, bir ürperti vücudumun her köşesinden yayılıyordu.
Kendimi rüzgara bırakmıştım, üstelik her şeyi sadece yıkan bir arkadaşa kendimi bırakmanın tehlikeli olduğunu bile bile yapıyordum bunu.
Neler olduğuna dair hiçbir fikrim yokken belimi tutan bir elle hızla arkamdaki kişinin boynuna sarıldım." Normal olmadığını biliyordum ama bu kadarı." Araf belimi sıkı sıkı tutarken tüm gücüyle de bağırıyordu. Ben ise şaşkınca arkama döndüğümde gerçekten de düşmeye ne kadar da yakın olduğumu fark edip dehşete düştüm.
Küçük bir çocuk gibi mahçup bir şekilde Araf'a bakarken boynuna sardığım ellerimi geri çekme gereği duymadım. O da benim gibi belimdeki ellerini hiç hareket ettirmeden
" ne olsun istiyorsun, hayata karşı tek kozumu da kaybetmemi mi? " dedi. Beni hayatının tam ortasına almıştı, hayata karşı tek silahıydım.
" ben sadece rüzgara aldandım, eski dostumun ihanet edeceğini bilemezdim." Diye fısıldadığımda küçük bir tebessümle benden uzaklaştı. Bende kollarımı boynundan çekerek elbisemi düzelttim.
" hem senin burda ne işin var. Daha pazartesiye bir gün var." Diyerek ellerini pantolonun arka ceplerine koydu ve salona doğru yürüdü bende hemen arkasından koşarken
" senin için izin aldım." Dedim. Muzipçe gülümsediğimde hızla bana baktı. Ellerimle yüzümü kapatırken bana öfkeyle baktığına emindim.
" şaka şaka." Diyerek yanından geçip salona ilk ben girdim. O arkamdan gelirken bende hazırladığım masanın önünde durdum.
Önce masaya sonra da yeni farkettiği elbiseme bakarak
" bugün önemli bir gün mü?" Diye sordu.
Gerçekten kendi Doğum gününü unutmuş muydu? Bu nasıl bir hayattı, insana kendini unutturacak ne yaşatmıştı Araf'a.
Bu kadar bencil bir dünya da insanın kendisini unutması ne kadar da acıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SUSKUN 2 ( Sessizliğin çığlığı
Ficção AdolescenteYeni bir hayat mı gerçekten? Daha mutlu bir hayat, daha sakin, daha umut dolu, daha huzurlu bir hayat.... peki geriye kalan dahalar nerde? Daha korkunç, daha acımasız, daha berbat. Kimdi onun için savaştığım? Kimdi bana su, hava, nefes ve yaşam olan...