13

1K 49 4
                                    

Araf'ın odasından tüm İstanbul'u görmek mümkündü. Dar sokaklar Ayyaşları, eroin satıcılarını, hemen onların tuzaklarına düşen kurbanları, yol kenarında önüne gelen her arabayı durdurmaya çalışan hayat kadınlarını, evsizleri saklasa da denizi, ay ışığını, saatin geç olmasıyla olmayan trafiği, boş yollarda tüm hızıyla seyreden arabaları ve karanlığı dolu dolu, buram buram istediğiniz kadar görebiliyorsunuz. Görebiliyorsunuz ve hissedebiliyorsunuz.
Araf da benim gibi pijamalarını giyip banyodan çıkınca cam kenarından uzaklaştım.
" orayı baya sevdin ha." Diyerek cam kenarını gösterince
" burdan bakınca ne kadar küçük olduğumu anlıyorum. " diye karşılık verdim. Kendini hızla yatağa atınca yataktan iyice uzaklaşıp
" seninle uyumak istemiyorum. Sonuçta biz evli falan değiliz. Seninle uyumam doğru olmaz ve yarından itibaren ayrı bir odada kalmam daha doğru." Dedim. Sesim çok ürkek çıkmıştı çünkü bu hiç Araf'ın tarzı değildi. İyice yayıldığı yataktan başını yavaşça kaldırıp
" emredersin neneciğim." Dediğinde ayaklarına yavaşça vurdum. Yatakta oturur pozisyona gelip ellerini dizlerinin üzerinde sarkıttı. Saçları yatağa hızlı girmenin etkisiyle dağılmıştı, sakalları da bu dağınıklığın içinde tatlılığına tatlılık katıyordu.
" bence senin bu düşüncelerin kesinlikle o huzurevi yani köyün yüzünden." Diyerek saçlarını geriye atınca köşede üst üste duran yastıkları yere atıp
" öyle söyleme orada bıraktığın aşkına ayıp ediyorsun." Dedim. Bu cümlemle tatlılığının seviyesi en tepede değilmiş gibi çok şirin bir gülümsemeyle karşılık verdi. Şuan bana Nene demesinin hakkını vererek yanaklarına asılmak istiyordum ama duruşumu yerle bir etmek çok zordu. Araf'ın yanındaki yastığı başucuma koyup köşedeki battaniyeyi de üzerime örtmek için aldım.
" bak yatağıma bunca zaman girip hiçbir şey yapmadığım tek kızsın. Yani buna gerek yok." Dediğinde
" böyle söyleme seni sadece kızlarla yatmak için beraber olan hırt herifin teki gibi düşüneceğim " diye karşılık verdim. Bu cümlemle büyük bir kahkaha atıp
" ilkini kabul ediyorum ama hırt kısmı çok kaba." Dediğinde bende bilmiş bir tavırla sırıtıp
" ilki doğruysa hırt cuk diye oturdu." Dedim ve lambayı kapattım. Onunla uyumayacağımı anlayıp tekrar yatağa yayıldığında
" şimdilik başka bir odada kalmazsın." Dedi. Direkt olarak deli gibi Meriç'in sesini duyduğun için yalnız kalma demiyordu. Zaten artık bu konuyu açık açık konuşmayacağımız kesindi. Sebebini bilmiyordum ama Araf'ın eski aşkı ve Meriç ile ilgili konularla aramıza bir duvar çekmiştik. Görünmez ama oldukça sağlam bir duvar vardı. Ne ben ona bir şey sorabiliyordum ne de o.

" biliyor musun? Annemden bugün okkalı bir tokat yedim." Diyerek üzerimdeki örtüyü düzeltirken bir tepki vermesini bekledim ama hiçbir şey söylemedi. Şaşırmıştım benimle dalga geçebilecek bir fırsatı tepmişti.  Sessizliğin süreceğini anladığımda kendimi rahatsız yatağa tamamen bıraktım.

Berbat hazırlanmış yer yatağında bir o yana bir bu yana dönerek gözlerime yenildim.
************************************
Yeni bir günde, yeni bir sabahta, yeni bir evdeydim. Yine kabuslarla dolu bir gece geçirmiştim. Meriç'in hiç eksik olmadığı kabuslarımda bu gece ona Mete, Sıla, annem, teyzem ve Zeliş de eşlik etmişti. Gözlerimi usulca açıp Güneş'in tüm odayı dolduruşunu görünce gece uyumadan önce perdeleri açmanın iyi bir fikir olduğuna karar verdim. Araf yatağında yoktu ve saat dokuz buçuktu.
Yatağı topladıktan sonra bir duş alıp altına kot pantolon giymeyi ihmal etmediğim elbisemi düzeltip saçlarımı da tepeden topuz yaptım. Odayı iyice toparladıktan sonra nasıl davranacağımı bilmediğim salona indim.
Bu ev yaklaşık yirmi-yirmi beş kişinin rahatça sığabileceği bir evdi ama evde büyük ihtimalle hasta olduğu için hiç evden çıkmayan bir kadın, eve sadece parti vermek için uğrayan bir adam ve muhtemelen boş boş gezmekten başka hiçbir işi  olmayan bir kız yaşıyordu.
Tabi ki üç kişiye hizmet eden 10 hizmetçi, sürekli insanları ezen Araf ve birden ortaya çıkan davetsiz misafir bende vardım.
Güneş tüm ışıklarını sanki geldiğimden beri hep aynı yerde oturan İpek teyzeye armağan eder gibi onun üzerinde topluyordu. O ise büyük bir özlemle bahçedeki çiçeklere bakıyordu.
Onu korkutmamak için
" İpek hanım." Diye seslenince bana döndü. Bir süre bana bakıp gülümseyince yanına doğru yürüdüm.
" bana teyze diyebilirsin." Dediğinde yanına varmıştım.
" günaydın İpek teyze." Diyerek karşısına oturdum.
Bir süre onunla sohbet ettikten sonra
" Araf nerde?" Diye sorduğumda sürekli konuşmaların ortasına dalan Aslı
" Araf böyledir. İnsanla bir gün ilgilenir sonra 10 gün kendi olur." Dedi. Hiçbir şey söylemeden sadece gülümsedim. Bu kız bana hiçbir şey yapmamasına rağmen ondan hoşlanmıyordum. Gözlerine bakınca neyi ne için söylediğini anlayamıyordum ve bu en tehlikeli insan özelliğidir.
Hiçbir zaman neyi ne için söylediğini anlayamazsınız. O bir şey söyler ve kenara çekilir ne söylediğini, neden söylediğini anlamak ise size kalır. İşte Aslı yine aynı şeyi yapmıştı.
" kahvaltı hazırlatmamı ister misin?" İpek teyzenin bana soru sorduğunu geçte olsa fark edip
" hayır, benim dersim var da okula gitmeliyim." Diyerek ayağa kalktım. Aslı da çantasını takmıştı. Kapıya doğru birlikte yürürken İpek teyze
" okul yakın olsaydı keşke. Hava çok güzel yürürdünüz." Diyerek arkamızdan seslendiğinde yeniden dışarıyı seyrettiğini gördüm. Aslı ses tonunu artırarak
" anne bak lütfen yalnız çıkma. Hizmetçilere de acı artık, seninle dışarı çıkmaktan yoruldular." Diye Bağırdığında İpek teyze sadece sustu. Hiçbir tepki vermedi, yüzünde ne küçücük bir hüzün ne sinir ne de kırgınlık vardı. Sadece derin ve sonsuz bir özlem vardı. Bu özlem güneşe ya da gökyüzüne değildi sadece ve sadece sıradan bir hayata özlemdi.
Aslı dış kapıyı açıp beni çağırınca bir kere daha İpek teyzeye bakıp dışarı çıktım. Tam kapıyı kapatacakken
" vazgeçtim, yani derse girmek istemiyorum." Diyerek yeniden kapıyı açtım. Aslı anormalmişim gibi bana bakarken kapıyı kapatıp çantamı sandalyenin üzerine fırlattım. İpek teyze sesi duyunca hemen bana baktı. Etrafımda dönüp ona doğru koşarken
" bence hava burdan dışarıyı seyredemeyeceğimiz kadar güzel. Resmen bizi çağırıyor." Diye bağırdım. İpek teyze bana garip garip bakarken
" ee hadi" dedim. Şaşkınlığını üzerinden atması biraz zaman alsa da kendini toplayıp gülümsedi.
" ama okulun." Dediğinde
" eminim bensiz de devam ederler." Deyip koluna girdim.

Saatlerdir kocaman bahçenin içinde onu gezdiriyordum. Geziyorduk diyemiyorum çünkü çok fazla yürüyemediği için tekerlekli sandalye ile dolaşıyorduk. Gittiğimiz her yerde komik olmasını umarak hikayeler atıyordum. O da kahkahalarla gülüyordu. Onun mutluluğu beni de mutlu ediyordu. Üstelik artık aramız daha iyiydi. Ona ipek teyze yerine güneşte iyice parıldayan sarı saçları için papatya diyordum. Bunu ilk duyduğunda biraz üzülmüştü ama sonra oda alışmaya başladı. Bir kiraz ağacının altına geldiğimizde
" işte burası dinlenmek için mükemmel bir yer" diyerek arabayı durdurdum.
" evet sen benden çok yoruldun. Biraz ağacın dibine uzan." Deyip ağacın dibini işaret ettiğinde
" bence orası tek kişiyi kabul etmez." Dedim. Cümlemi duyunca hemen kolunu tutmam için kaldırdı, bende hemen koluna girip onu ağacın altına oturttum. Toprakla buluşmak onun için güzel bir deneyimdi. Ellerini çimlerin üzerinde getirip götürürken gözlerini kapatıp kendini huzura bıraktı. Dikkatini dağıtmadan sessizce yanına oturup sustum. O toprakla nasıl huzuru buluyorsa bende ona bakıp rahatlıyordum. Bir insan gerçekten mutlu olmak istiyorsa yapacağı şey çok basitti, başkalarını mutlu etmek.

Gözlerini açtığında bana baktı. Gülümseyerek
" toprak onu bu kadar sevdiğini bilse herhalde dünyadan tamamen
çekilip buraya kurulurdu." Dediğimde oda gülümseyerek
" Ebru gibi konuşuyorsun ve oda bana papatya derdi." Dedi. Mutluydu bu her halinden belliydi ama gözlerinde oraya uzun zaman önce  yerleşmiş bir hüzün vardı.
" o kim?" Diye sorunca derin bir nefes alıp
" ablam yani Araf'ın annesi." Dedi. O an sanki boğazımda bir şey düğümlenmişti. Yutkunmak zor oluyordu ve kalbime çöken yük bütün vücuduma ağır geliyordu.
" ben özür dilerim. Bilmiyordum." Ben kekemelerken o gülümseyip
" bana bu kadar iyi geleceğini bilseydim. Başka birine önceden söyletirdim." Dediğinde biraz da olsa rahatladım.
" adı Ebru muydu?" Diye yeni bir soru sorunca
" evet, çok güzel bir kadındı. Hayata çok bağlıydı. Bu bahçeyi o bu hale getirmişti ama." Deyip duraksayınca konuşmanın ona iyi gelmediğini anladım. Aslında merak ettiğim bütün soruların cevabı onda vardı ama onunda cevaplayacak gücü yoktu.
" her neyse şimdi harika bir fikrim var. Burda böyle boş boş oturmayalım. Seninle biraz kiraz toplayalım." Diyerek ayağı kalktığımda oda zorlanarak ayağı kalktı. Dizlerinin üzerindeki örtüyü alıp

" sen bunu tutacaksın bende ağaca çıkarım. Kirazları attığımda tut olur mu?" Söylediğim şey onu güldürmüştü. Yeni bir kahkaha patlattığında
" hey ne oldu, neden gülüyorsun?"

Diyerek bende sırıttım.
" böyle zengin bir semtte yapacağın şeye gülüyor sanırım." Karşıdan Araf'ın sesini duyunca papatya da bende oraya döndük.
" onlarında alışma zamanı geldi demek ki." Diyerek elbisemi yukarı çıkarınca Araf da papatya da bana delirmişim gibi baktılar. Ne anlamında  başımı sallayınca Araf ellerini teyzesinin omzuna koyup

"Elbisenin altına pantolon mu? Bu yeni bir moda galiba" dedi. Şaşkınlıkla elllerimle eteğimi indirince ikisi de güldü.
Kendimi nedense çok özel hissediyordum. Karşımda gülen bu insanların sanki neşe kaynağıydım. İyi ama bu kadar mutsuzken nasıl onları mutlu edebiliyorum.

SUSKUN 2 ( Sessizliğin çığlığı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin