7

1.1K 53 2
                                    

" Eskiden dünyanın en güzel filmini izler gibi sürekli beni izlerdin. Şimdi ise yüzüme bakmamak için başını cama yaslıyorsun." Dediğinde kendime gelip başımı kaldırdım.
" hazmetmeye, seni anlamaya ve affetmeye çalışıyorum." Dedim ve radyoda güzel bir müzik aramaya başladım.
" affetmek zordur. Hele ki ortada af dileyen biri yokken." Bu sefer ki cümlesi kalbimde yeni kırıklıklar oluştururken o konuşmaya devam ediyordu.
" üzgünüm, senden af dileyen biri olamadığım için gerçekten üzgünüm."
Bu cümlesiyle daha ılımlı bir hava oluşturmaya çalışıyordu. Ama artık çok geçti. Gerçekten de affetmek bu kadar zorken ortada af dileyen biri olmadan bunu yapmak imkansızdı. Araf için imkansızları başarmaktan ise yorulmuştum. Kendimi kandırıyordum ben Araf'ı asla affedemezdim. İçimde bana her şeyi yaptıran aşkın bile buna gücü yetmezdi.
" konuşman bana huzur veriyor ilham perisi. Sen ise susuyorsun." Deyip bana kısa bir bakış atınca
" haklısın" diyebildim.
" hangi konuda?" Diye bir soru sorunca  acı bir gülümsemeyle
" hepsinde." Dedim. Bu konuyu konuşmak istemiyordum. Her konu konuşularak çözülmezdi. Bazıları için zaman gerekirdi işte bu da onlardan biriydi.
Araf önündeki arabayı sollarken
" gerçekten sigara ve içkiyi bıraktın mı? Yani bu kadar çabuk ve birdenbire." Diye sorunca gülümseyip
" kolay oldu." Dedi. Oda konuyu değiştirdiğim için mutlu olmuştu. Konuştuğumuz konu gerçekten iğrençti ama şuanda ikimizde garip bir şekilde  çok huzurluyduk. Sanki arkamızda bizim yüzümüzden ölen biri yokmuş gibi. Sanki Araf dolaylıda olsa beni aldatmamış gibi. Sanki annem Araf'tan nefret etmiyormuş gibi.

Saat iyice ilerlerken yolumuzunda yarısına gelmiştik. Araf'ı doyasıya seyretmek için bundan daha iyi fırsat olamazdı. Ama onu seyretmek kendime ihanet etmek gibi geliyordu. İhanet ve gururumun, onurumun yerle bir olması gibi geliyordu.
Gerçekten üzülüyordum Araf'ın yaptıklarına, kendi hatalarıma üzülüyordum ama bunu biraz azaltmak için Araf'ı güzel bir tatil yerine götürüyordum. Benim için tatil Araf içinse eziyet.

*****************************
Uzun ve molasız yolculuğumuzun sonuna gelmiştik. Balıkesir'in şehir merkezine girince içimde biriken özlemi daha net bir şekilde hissedebiliyordum. Mutluluk ve doyasıya huzur.

Aslında huzur bulduğum şey Balıkesir değildi. İçimdeki huzurun tek sebebi buradaki anılarımdı. Mutlu, huzurlu, eğlenceli anılarım. Bisikletimle arşınladığım sokaklar, köşedeki sosisçi, yokuş başındaki mısırcı hepsi benim mekanlarımdı.
" o köyden nasıl üniversiteye gidiyordun?" Araf soru sorarak tüm dikkatimi dağıtmıştı.
" İki evimiz vardı. Biri yazları gittiğimiz için köyde. Diğeri de şu karşı sokağın yukarısındaydı." Diyerek karşımızdaki dar ama kalabalık sokağı işaret ettim.
" ama Hamdi dede sürekli köyde kalıyor. Orası onun cennetidir. Gidince sana sürekli bunu söyleyecek."  Hamdi dedenin taklidini yapmak için Sesimi iyice kalınlaştırdım ve ellerimi de savaşa gider gibi ileri göstererek
" sevgili oğlum burası benim cennetimdir. Burdan gittiğim gün hayattandan gitmişim demektir." Diyerek cümlemi bitirip bir kahkaha attım. Benim bu kadar mutlu olmam Araf'ı da mutlu ediyordu.
" o moruğu çok seviyorsun." Dediğinde yeniden bir kahkaha atıp
" ona sakın moruk deme yoksa Nihat'la tanışırsın ve inan bana tanışmak istemezsin." Dedim.
" oğlu mu? " diye sorunca gizlice gülümseyip
" tanışırsın." Diye cevap verdim.
Araf'ın lüks arabasıyla bizim köye sabahın ilk ışıklarında giriş yaptığımızda kafamdaki tüm olumsuzlukları atıp eğlencenin tadını çıkarmaya karar verdim.
Tonton dedemin kapısının önüne geldiğimizde ben hızla arabadan inip beni kapıda bekleyen dedemin boynuna sarıldım.
" vay benim güvercinim gelmiş." Diyerek saçlarımı okşarken Araf da arabadan indi. Tonton Araf'ı görünce bana sarılıp
" bir de tek gelmemiş yanında bir kütük getirmiş." Dediğinde annemin ona her şeyi anlattığını anladım. Demek ki Araf sadece benim oyunlarımla değil tontonumun da laflarına dayanmak zorunda kalacaktı. Kimsenin farketmemesini umarak kurnazca gülümsedim. Araf da böyle bir tepki beklemediği için kısa süreli bir şaşkınlık yaşayıp elini tontonuma uzattı.
" merhaba mor..." diyeceksen koluna bir tane geçirince
" merhaba dedeciğim." Dedi ve bilmiş bilmiş güldü. Tontona moruk demiş olsaydı bu tatil şuanda bitmişti.
Tonton elini öpmesi için çevirince Araf bana bakıp anlamsız bir ifade takınınca gözlerimle hadi işareti yaptım, iğneleyici bir bakışla ve kesinlikle isteksiz bir şekilde tontonumun elini öptü.
" hadi gelin size çok güzel bir kahvaltı hazırladım." Diyerek beni kolunun altına alınca
" harikasın tontonum, çok acıktım zaten." Dedim. Göz ucuyla Araf'a baktığımda başını iki yana sallıyordu. Buraya gelmenin çok büyük bir hata olduğunu anlamıştı.
Küçük bir evin eski kapısından girerken ayakkabılarımı çıkartınca Araf da çıkartıp yanıma geldi. Yerde mükellef bir sofra bizi semaver çayı ile birlikte bekliyordu.
Ama benim gözüm sürekli Araf'taydı. Daha önceden akmış olan tavana göz gezdirirken yerdeki sofrayı fark etmedi.
" hadi oturalım," deyip oturduğumda
" oturalım da masa..." diyecekken yere oturduğumu görünce
" dalga geçiyorsun." Dedi. Başımı hayır anlamında sallayıp
" lütfen otur, bak ne güzel bir sofra." Diyerek yeri işaret ettim. Yeniden itiraz edecekken dedem elinde bal tabağıyla içeri girince hiçbir şey söylemeden bana bakarak yanıma oturdu. Aslında oturdu demek pek doğru değildi kendisi şuan akrobatik hareketler yapıyordu. Zar zor da olsa bir şeyler yemeye çalışırken ben ve dedem karnımızı iyice doyurmuştuk.
Dedemin her zaman yardıma gelen yiğeniyle birlikte sofrayı toplarken dedem de Araf'ı alıp içeri geçti. Araf'ın salonda kanepe gördüğündeki mutluluğu tıpkı bir çocuğa oyuncak almanız gibiydi. Bana birçok şey  yapmıştı ama onun yanımda olduğunu bilmek beni rahatlatıyor hatta çok mutlu ediyordu.
Toplama işini bitirdikten sonra dışarı çıkıp evin önündeki bir taşın üzerine oturdum. Aslında içerideki eğlencede baya çekiciydi ama bu kadar sessiz bir yerin tadını çıkarmak ruhumu iyileştiriyordu. İçimde ölü kalıntılar, çürümüş bedenler var gibi hissediyordum. Kulağımda sürekli Meriç'in ' beni unutma' sözü yankılanıyordu. Belki bu taşın üzerinde saatlerimi geçirebilirdim , günlerimi hatta aylarımı ama Meriç yapmaktan zevk aldığım diğer her şey gibi bunu da yapmama izin vermiyordu. Yerimden kalkıp dolu gözlerimdeki yaşları yok etmek için yukarı bakarak içeri girdim.
" kesin yolda gelirken çok yoruldunuz." Dedem Araf'ın dizine elini sertçe vurup bu cümleyi kurduğunda ben de bembeyaz olmuş suratımla bir şey farketmeyeceklerini umarak kapıda belirdim.
Araf ağzını açıp
" aslında evet..." diyecekken tontonum sözünü kesip
" aman ne diyorum ben, siz gençsiniz hemen yorulmazsınız hadi bakalım otlağa gidelim " dediğinde küçük bir kahkaha attım. Dedem biraz zor duyduğu için beni fark etmese de Araf hemen bana baktı. İstifimi bozmadan

" kesinlikle tonton hadi gidelim. Hem çok özledim heryeri." Dediğimde Araf'ın şaşkınlığını kocaman olmuş gözlerinden anlamamak mümkün değildi.  Aslında yolda birkaç kez uyumuştum ama Araf araba kullandığı için gözünü bile kırpmamıştı. Dedem kanepeden kalkarken
" hadi o zaman güvercin, şu kütüğü al da gidelim." Dediğinde acımasızca gülümseyip
" hadi " diyerek Araf'ı çağırdım.
***********************************
Saatlerdir otların arasında yürüyorduk, ben bu kadar yorulmuşken Araf'ı düşünemiyordum. Gerçi alnındaki boncuk boncuk terlerden anlamak çok basitti.
Dedem ineklerin yanına geldiğinde bir taşın dibine oturup soluklanınca bizde hemen oturup dinlenmeye başladık. Bir kaç dakika sonra dedem taşın köşesindeki boş salça kutusunu çıkarınca mutlulukla ayağı fırladım.
" işte bu" diye bağırdığımda dedem ayağı kalkıp ineğe doğru giderken Araf
" yine ne oluyor?" Diyerek kolumu tuttu.
" müthiş bir tada hazır ol." Dediğimde yüzünü buruşturup
"Eminim harikadır." Dedi ve kolumu bıraktı.
Dedem bir ineğin altına oturup sağmaya başlayınca Araf yüzünü buruşturup
" şaka yapıyorsun." Diyerek iyice geri çekildi. Dedem süt dolu salça kutusunu Araf'a uzatıp
" iç bakalım kütük, acıkmışsındır." Dediğinde Araf
" açlıktan ölmeyi tercih ederim. Size afiyet olsun yaşlı dedeciğim." Diyerek kutuyu geri itti. Dedem
"   Pehh" deyip kutuyu bana uzatınca sabırsızlıkla alıp içmeye başladım. Ben içtikçe Araf'ın mide bulantısı artıyordu, sonunda bitirince Araf derin bir nefes alıp
" buralarda su var mı?" Diye sordu.  Başımı evet anlamında sallayıp
" gel hadi seni götüreyim. Tonton sen biraz dinlen bunu da yıkayıp getiririm. Sende süt içersin." Dedikten sonra çeşmeye doğru yürümeye başladım. Araf da bana yetişti. Muzip bir gülümsemeyle
" nasıl, tatilimizden memnunsun değil mi?" Diye sorunca
" Hem de nasıl? Az önce kendimden iğrendim." Dediğinde başımı neden anlamında salladım.
" seni öptüğüm günlerin hepsi gözümün önünde. Şu iğrenç salça kutusundan süt içen bir kızı defalarca öptüm ben." Diyerek dudaklarını temizlediğinde birden durdum.
Gözlerinin içine bakıyordum. Bu onda her zaman işe yarardı. Salça kutusunu diğer elime alıp
" yani artık beni öpmek istemiyorsun." Diyerek gözlerimi kıstığımda biraz bana bakıp yaklaşmaya başladı. Sakince gözlerimi kapattım, bu iddiayı kazanmak içinde bir fırsattı. Gözlerim kapalı şekilde beklerken dudağımda hiçbir ağırlık yoktu, kalbim hızlı atmıyordu ya da ellerim titremiyordu. Araf beni öpmüyordu. Gözlerimi açtığımda Araf yanımda değildi. Etrafıma bakarken çeşmenin önünde bir avuç su aldıktan sonra
" elinde o salça şişesi varken mi? Asla." Diyerek bağırdı.
Burada gerçekten zorlanıyordu ama beni ters köşe yapmayı hala başarıyordu. Üstelik de benim bölgemde bile bunu kolayca yapabiliyordu. Ama o çeşmeden avuç avuç su içerken benim aklıma müthiş bir plan gelmişti.

SUSKUN 2 ( Sessizliğin çığlığı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin