22

937 52 5
                                    

İnsanın içinde nokta kadar bir yer var ki bu yer  mıknatıs gibi tüm dertleri, sıkıntıları kendine çeker ve sonra her organa, her hücreye bu illeti bulaştırır. İnsan bu acılarla baş etmeye çalışırken kalbin içindeki o nokta kadar yer yeni dertler ve sıkıntılar arar. Biz bunlara karşı koymaya ve baş etmeye çalışırken birde bakmışız ki hayatımızın son gününü hatta son anını yaşıyoruz. İşte insan ömrü bu kadar ucuz ve bu kadar basittir.

Şuan Araf'ın da bütün vücudunda bu illet dolaşıyordu. Bunu merdivenlerden hızla çıkmasına rağmen teyzesinin kapısını tereddütle açmasından anlıyordum. Bu illet onu çok korkutuyordu.

Odaya girdiğimizde Aslı gözyaşlarıyla yerde öylece yatan annesinin başucunda bize bakıyordu. İpek teyzeyi bu zamana kadar gördüğüm huzurlu haliyle yere yığılmıştı.
Araf teyzesini yerde görünce hemen yanına eğilip kucağına aldı.
" çekilin " diyerek kalabalığı aşmaya çalışınca bende hemen arkasından çıktım. Kalabalık ise sadece içlerindeki merakı dindirmek için bizi takip ediyordu.

Araf bahçede önüne gelen ilk arabanın arka koltuğuna teyzesini yerleştirdikten sonra şoför koltuğuna binerken Aslı'da hemen arabaya bindi. Araf hiç beklemeden hızla bahçeden çıkınca ben sadece arkalarından bakabildim.
Beyazın en çok yakıştığı o melek şuan belki de bu dünyada değildi. Bu dünya belki de tüm acılarını yüklediği o kadını kaybetmişti. Bu kayıp sadece dünya için değildi bu kayıp en çokta Araf'ın kayıbıydı. Bu kayıp İpek teyzeyi tanıyan herkesin kayıbıydı.

İpek teyzesinin kocası olmadığına yemin bile edebileceğim Refik beyde arabasıyla Araf'ın arkasından gittiğinde bende kendime geldim.

İçinde bulunduğum kalabalığı önemsemeden hemen odama çıkıp önüme gelen ilk pantolon ve gömleği giydim, saçımı da topuz yaparak aşağı indim. Biraz önceki gösteriş ve şaşadan geriye sadece etrafı temizleyen görevliler kalmıştı. Salonda İpek teyzenin koltuğunu da partiden dolayı çıkardıkları için salon üzerime geliyordu. Bahçedeki tüm çiçekler solmuş gibi görünüyordu. Çiçeklerin hepsi bize, kendilerine, sahiplerine ve sahiplerini elinden almaya çalışan hayata küsmüşlerdi. Bu küslük öyle hemen geçecek gibi görünmüyordu. Bu küslük sadece ve sadece İpek teyze gelince bitecekti.

" efendim Araf bey sizi hastanede bekliyor." Sesiyle kapıda bekleyen şoföre döndüm. Başımı tamam anlamında sallayarak bir dakika beklemesini söyledim.
İpek teyzenin odasından üstünden eksik etmediği beyaz şalını ve Araf'ın odasından da günlük kıyafetlerinden alıp bahçede bekleyen arabaya bindim.

Araf söz konusu teyzesi olunca beni de, kendisini de unutuyordu. Kendisinin de söylediği gibi herkese ve her şeye yabancılaşıyordu ya da düşman kesiliyordu.
Korkuyordum, hastanede karşılaşacağım manzara beni korkutuyordu. Araf'ı ne şekilde bulacağımı ya da İpek teyzeyi nerde göreceğimi hiç bilmiyordum. Aslında ölüm onun için en büyük kurtuluştu. Tüm işkencelerden, itekleyerek sürdürdüğü hayattan, acılardan, dertlerden kurtuluştu.

Belki de İpek teyze onu acısız yaşatmaya çalışırken daha çok canını acıtan o iğnelerden, ölümünü geciktirmeye çalışan ama yaşamını da kısıtlayan o tedavilerden kurtulmak istiyordu. Ama Araf buna hazır değildi, hiçbir zamanda hazır olmayacaktı. Kim hayatındaki amacı kaybetmek ister ki?
Yaşama amacının, gülümseme sebebinin gitmesine kim izin verebilir ki?
Araba hastane bahçesinde durduğunda başımı yasladığım camdan çekerek derin bir nefes alıp arabadan indim. Karanlığın hüküm sürdüğü gecede bu hükümdarlığı lambalarla bozmaya çalışan insanoğlu bu hastane bahçesinde oldukça başarılı olmuştu. Gökyüzü hariç her yer gündüz havasıyla aydınlatılmıştı.
Hastane kapısına son kez bakarken sol köşedeki bankta yapayalnız oturan Araf'ı görünce içeri girmekten vazgeçtim. Başını yere eğmiş, elleriyle de kafasını saklıyordu. Elimdeki poşeti düzelttikten sonra Araf'ın yanına doğru yürüdüm.
Ne söyleyeceğimi bilmeden Araf'la konuşmaya gitmek tıpkı yüzme bilmeden denize girmek gibiydi.

SUSKUN 2 ( Sessizliğin çığlığı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin