16

934 43 2
                                    

Çantamı sırtıma takarken Araf başındaki havluyla banyodan çıkınca hiçbir şey söylemeden odanın kapısını açtım.
" kendini Yeşilçam filminde sanıyor falan olabilir misin? Ne bileyim seni durduracağımı mı düşünüyorsun?"
İşte Araf'tan beklenecek harika bir cümle daha gelmişti.
" hayır öyle bir şey beklemiyorum, sen beklentilerimin çok üzerindesin. Ne de olsa sen Araf KANDEMİR'sin öyle değil mi?" Dediğimde
" derdin ne senin?" Diye sinirle sordu. Bu sorusu benimde sinirlerimi iyice bozmuştu. Sinirlendiğim için bir kahkaha attım. Sonra
" ya işte öylesine ilişkimizde heyecan olsun." Diyerek açtığım kapıyı kapattım. Bu tartışma yaşanmalıydı ve bunu İpek teyzenin duymasını istemiyordum.
" sana karşı hissettiğim tek şey kocaman bir aşk. Sadece kocaman, dünyalar kadar bir aşk. Başka hiçbir şey yok. " diyerek valizi köşeye bıraktım. Bu kez beni gerçekten dinliyordu, belki de söylediklerimi önemsiyordu.
" Araf ben sana hiç güvenmiyorum. Beni ne zaman aldatacağını ya da bırakacağını kestiremiyorum. Ya da mesela seni hiç anlamıyorum. Ya da beni anlamadığından eminim. İkimizin arasındaki tek duygu kesin olmayan bir aşk." Dediğimde elindeki havluyu koltuğa fırlattı. Belki de Araf'da bunun farkındaydı. İkimizde her şeyin farkındaydık ama aramızdaki aşk yüzünden geri kalan her şeyden kaçıyorduk.
" Sana verebileceğim her şey bu kadar Melek. Yapabileceğim hiçbir şey yok." Dedi ve odadan hızla çıktı. Gözlerim doluyordu. Bana kalırsan hayatın her zaman böyle olacak, gidersen de umrumda değil demeye çalışıyordu. Ağlamamam gerekiyordu, aciz görünmemeliydim, onsuz yaşamak belki de sadece nefes almaktı ama bunu ona hissettirmemeliydim.

Tekrar valizimi alıp odadan çıktım, zor olsa da merdivenlerden inerek dış kapının yanına kadar geldim. Ne yapacağımı ya da nereye gideceğimi bilmiyordum. Bildiğim tek şey gitmem gerektiğiydi. Aslında tüm kalbimle Araf'ın bana gitme demesini istiyordum ama o karşımdaki masada oturmuş bir şeyler yiyordu.
Bir insan sevdiğini yitirince böyle davranabilir miydi?  Büyük ama bir o kadar da boş olan eve son kez bakıp dışarı çıktım. 
Kocaman bahçenin iki tarafına ve muhtemelen milyon dolarlık arabalara bakarak iç geçirdim. Bu iç geçiriş arabalara, kocaman bahçeye ya da bu zenginliğe değildi. Bu tamamen kendi hayatımaydı. Yalnızlığıma ve çaresizliğimeydi. Elimde bir valizle istenmeyen birinin hissedeceği bu iki duyguyu şimdi dolu dolu hissediyordum.

" Melek, neler oluyor?" İpek teyzenin sesini duyunca arka bahçeye döndüm. Tekerlekli sandalyesinde meraklı gözlerle bana bakıyordu. Belli ki bir hizmetçisini ikna edip bahçe turu yapmıştı. Gülümseyerek

" şey, papatya ben artık gidiyorum." Dedim. Valizi bir köşeye bırakıp onun yanına kadar yürüdüm. Yüzünde eskisine oranla daha büyük bir hüzün belirince kendimi suçlu hissettim. Onu üzmüştüm. Onunla rahat konuşmak için tekerlekli sandalyenin önünde diz çöküp
" ama seni her zaman görmeye geleceğim. Bu güzel bahçenin tadını bensiz çıkaramazsın. İzin vermem ve her şey için çok teşekkür ederim." Dedikten sonra içten bir gülümsemeyle tekrar ayağı kalktım.
" gitme, yani seni gerçekten çok sevmiştim. ." Diyerek elimi tutunca yutkunmak zor geldi ama zor da olsa tekrar diz çökerek
" üzgünüm şimdi gerçekten gitmem gerekiyor ama söz veriyorum yine geleceğim." Dedim. Yeniden ayağı kalkacakken elimi daha sıkı tutarak

" en azından Doğum günüme kadar kalsaydın." Dedi. Gözlerinde nedendir bilinmez ama bir özlem ve çaresizlik vardı. Sanki beni yıllardır tanıyormuş gibiydi. Uzun süredir görüşmemişiz de şimdi birkaç günlük tatilin ardından ayrılıyormuşuz gibi bir özlemi vardı. Buda benim konuşmamı engelliyordu.

" sana  söz veriyorum. Yine geleceğim." Diyerek hızla ayağı kalktım. Eline masum bir öpücük bırakıp yine tüm hızımla ondan uzaklaştım. Valizimi yeniden elime aldığımda Araf'ın da bizi dinlediğini elindeki bardakla camda oluşundan fark ettim. Ona bakmayı kesip valizimle birlikte bahçe kapısına doğru yürüdüm. İpek teyzeyi üzdüğümü bildiğim için bir kez bile arkama bakmaya cesaret edemeden bahçe kapısına geldim. Kapıyı açacakken biri kolumdan tutup beni hızla kendine çevirdi.
" hiçbir yere gidemezsin." Bu Araf'tı beni kolumdan tutmuş ve gitmememi söylüyordu. Ben bunu idrak etmeye çalışırken
" teyzem için eve döneceksin." Dediğinde bütün umutlarımı yıkarak
" ne" diyebildim.
" duydun işte, Doğum gününe kadar yanında olmanı istedi ve sende yanında olacaksın." Diye yeni emirler yağdırırken
" ne saçmalıyorsun. Beni burda zorla tutamazsın." Diyerek kolumu kurtarmaya çalıştım ama bunun imkanı yoktu.
" bak teyzem için herkese her şeyi yapabilirim. Tek göz yaşı içinde minicik bir gülümsemesi içinde."
Beni tehdit ettiği öfkeli gözlerinden çok net anlaşılıyordu.
" beni tehdit ediyorsun yani. Sence bu beni etkiler mi? Yani beni biraz bile tanıyorsundur, sence söylediğin umrumda mı?" Dediğimde kolumu iyice sıkıp
" teyzemin olduğu yerde benim için herkes hiç kimseye, her şeyde hiçbir şeye dönüşür. Sen bile hatta ben bile." Dedi. Hala şaşırabiliyordum. Araf hala canımı acıtabiliyordu.
" yani ortada hiçbir şey kalmamasını istemiyorsan gülümse ve içeri gir." Diyerek cümlesini bitirince bahçede dolu gözleriyle bize bakan İpek teyzeye ve pencereden meraklı gözlerle neler olduğunu anlamaya çalışan Aslı'ya baktım. Derin bir nefes alıp kolumu tüm gücümle Araf'tan kurtardım,
" şimdi beni iyi dinle bay bencil, ben izin verdiğim sürece benim canımı acıtabilirsin ve ben artık buna izin vermiyorum. Bu arada ben o etrafındaki süs bebeklerinden değilim. Bana istemediğim hiçbir şeyi yaptıramazsın. Şimdi git tehditlerini o süs bebeklerine savur."

Diyerek İpek teyzeye el salladım. Valizimi alıp Araf'ın yanından uzaklaştım. Bu sefer hiçbir şey söylememişti. Ya da ben ona bir şey söyleyecek fırsatı vermemiştim.
*********************************
Derse tam vaktinde yetişmiştim. Aslında amacım elimde bir valizle okula yetişmek değildi. Okula gelmek benim için bir işkence olsa da gidecek bir yer bulamadığım için gelmiştim. Birkaç derse girdikten sonra kantinden bir çay alıp okul bahçesindeki  çimenlere uzanarak nereye gidebileceğimi düşünmeye koyuldum.
Arayabileceğim ya da evine gidebileceğim hiç kimse yoktu. Bu geceyi otelde geçirebilirdim ama yarın ne yapacaktım?
" nerelerdesin böyle?" Damla''nın sorduğu soruyla çıkmazımdan kaçtım. Yüzümde güzel bir tebessümle
" çaresizlik civarlarında" dedim. Cümlem onu da güldürmüştü.
" ooo yalnız orası çıkmaz sokak tatlım." Dediğinde bende bir kahkaha attım.
" nasılsın bakalım ulu bilge?" Diye sorduğumda
" ulu bilge mi?" Diye karşılık verdi.
" evet,  şu klasik dizilerde olur ya birisi ne yapacağını bilemez, deniz kenarında gezerken elinde içki şilesiyle bir evsiz gelir ve tıpkı bir psikolog gibi seans yapar. İşte seni ona benzetiyorum." Cümlemi bitirdiğimde bir kahkaha atıp
" elimdeki içki şişesinin işi vardı." Dedi. Damla'yla konuşmak artık bana çok iyi geliyordu. İkimizde daha sakin davranıyorduk.
" yine onu terk ettin galiba." Diyerek valizi gösterince gülümsemem ortamdan uçup gitti.
" Araf istemeden onu terk edemezsin falan demedin hayr olsun." Dediğimde elini omzuma yerleştirip
" sen onun alışık olmadığı ve zapt edemediği birisin, galiba seni bunun için seviyor." Dedi.

" Araf beni seviyor, bu cümleyle çelişen bir haldeyim bence." Diye konuyla dalga geçtim. Çünkü bu konunun Damla''nın da canını acıttığına emindim.
" Bak güzellik, Araf insanı öyle bir bulutların üzerine çıkarır ki yere çakıldığını fark etmezsin . Fark ettiğinde ise elinde valizinle gidecek bir yer ararsın." Diyerek ayağı kalkınca
" ne garip Araf'ın eski sevgilisisin ve bana öğütler veriyorsun. " dedim. Gülümseyip bana selam verdikten sonra
" bu arada Araf'ın tehditlerini dikkate alsan iyi olur. Mesela Nilay artık bu okulda değil." Dedi ve beni çaresizliğimle yalnız bıraktı. Nilay'ı okuldan Araf göndermişti. Yaptığı şeyin bir cezası olacağını herkes biliyordu ama bu kadarını tahmin bile edemezdim. Aslında Nilay tahmin etmiş olabilirdi çünkü oda Araf'ı benden çok iyi tanıyordu. Ne söylemişti öyle Araf onu da mı bulutların üzerine çıkartmıştı. Peki sonra ne oldu da yere çakıldı? Aslında bunların cevaplarını çok merak ediyordum ama Araf'ın eski ilişkilerini kurcalamak demek kütüphanedeki sayısız ciltlik ansiklopedi incelemek gibi olduğundan o işe girmemek en doğrusuydu.
Elimdeki bardağı çöpe atıp çantamı sırtıma takarak bir otel bulmak için okuldan çıkarken uzun zamandır çalmayan telefonum çalınca yabancı numara umrumda olmadan açtım.
" Melek merhaba canım ben İpek" dediğinde telefonu kulağımdan çekip kısa süreli bir şaşkınlık yaşadım. Telefonu tekrar kulağıma götürüp merhaba diyecekken hızla cümlesine başladı.
" Sadece beni dinle olur mu? Bak Melek ben senin Doğum günüme kadar yanımda olmanı rica ediyorum. Belki saçma ama kız kardeşim yanındaymış gibi hissetmiştim. Ama şimdi onu yeniden kaybetmişim gibi hissediyordum. Senden rica ediyorum. İster bunu acılı bir ablanın ricası olarak kabul et. İstersen de ölecek birinin son isteği olarak."
Hayatımın en zor kararlarından birini vermem gerekiyordu. Gururum mu yoksa vicdanım mı ağır basacaktı?
Peki verdiğim karardan sonra gururum kaybettiği için ne olabilirdi ki ama eğer kabul etmezsem ömür boyu bir vicdan azabıyla yaşayacaktım.
" Ama benimle bahçe turu yapacağınıza söz verin." Diyerek gülümseyince
" söz" sesini duydum.
Çok havalı bir şekilde çıktığım eve sönük bir giriş yapmak zorundaydım. Sönük ve yeniden mecburi bir dönüş.

SUSKUN 2 ( Sessizliğin çığlığı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin