Sakince gülümseyip karşımda bana laf sokmak için bekleyen kıza doğru yavaş yavaş iki üç adım attım. Biran Sıla ve Zeliş ile göz göze gelince hemen bakışlarımı onlardan çektim. Ama bu kısa bakışmadan ne yapacağımı çok iyi anlamış olacaklar ki Araf'a
" tut onu." Diye bir ağızdan bağırdılar. Araf'ta ne yapacağını ve ne yapacağımı bilmeden etrafına bakınca koşarak Nilay'ın saçlarından tuttum.
" demek istediğini aldın ha." Diye bağırırken bir yandan boşta olan elimi bir koluna atıp ters çevirdim.
Kızlar beni tutup kendilerine çekerken ayağımla Nilay'ın dizlerine bir tane geçirip önümde diz çöktürdüm.
" bırak beni aptal." Diyerek feryat etmesi beni daha da mutlu ediyordu. Bu yaptığımın ne kadar da doğru olduğunu bana gösteriyordu çünkü kız ayaklarımın dibindeyken bile hala bana aptal diyordu. Bir an böyle debeleşirken karşımda bana gülerek - gerçekten gülüyordu.- Araf'ı gördüm. Ama o muhteşem görüntüyü bırakıp hemen işime odaklandım. Sıla ve Zeliş ile birlikte diğer kızları da itip yerde acıyla kıvrılan Nilay'ın başucuna eğildim.
" Senin yüzünden kadınlığımdan utanıyorum. Sofraya her gün yemek konur ama türü her gün değişir, her gün bir başkası gelir. Ama su her zaman sofrada olur, her zaman." Diye bağırdım.
Bu sefer boşta kalan diğer elini ters çevirecekken biri belimden tutup beni oradan uzaklaştırmaya çalışınca bunun Araf olduğunu hemen anladım. Çünkü onun olduğu bir ortamda bunu yapmaya cesaret edecek başka hiç kimse yoktu. Nilay'ı yerlerde süründürmeme rağmen Araf beni tek eliyle taşıyordu.
" Bırak beni. Bırak da şu kızı amaçlarına ulaştırayım." Diyerek kucağında cebelleşirken Araf daha sakin bir şekilde
" hey sakin Hırçın kız. " dedi.
Biraz sonra beni yavaşça yere bıraktığında meşhur ağacın altında olduğumuzu anladım. Biraz önce saçma bir kız kavgasına karışmamışım gibi üzerimdekileri sinirle düzelttim." daha önce benim için bir çok kız kavga etmişti ama bu çok farklıydı." Bu kadar sinirli olmama karşın Araf gayet mutluydu.
" çünkü bu bir kavga değildi. Ben sadece birini dövdüm." Diyerek açılan ayakkabı bağcığımı bağladım. Araf'ta ağacın dibine otururken
" vaaaay bir harikasın." Diyerek bana gülümsedi. Bu beni daha da sinir ediyordu.
" gerçekten mi? Benim gibi bir harikayı öyle aptal bir kızla aldattığına inanamıyorum. En azından çıtan biraz yüksek olmalıydı." Diye bağırırken bir anda duraksadım.
Araf bana şüpheli bakışlar atıp
" şaka yapıyorsun değil mi? Sevgilim onu aldattığım kızı mı beğenmiyor?" Dedi. O an söylediğimin saçmalığını fark edip ağzımdan
" ne saçmalıyorum ben" lafını kaçırınca Araf
" bende ondan bahsediyorum." Diyerek bana laf sokma fırsatını her zaman ki gibi değerlendirdi. Onunla atışabilirdim ama şuanda daha önemli ve gerçek bir sorumuz vardı.
" her zaman böyle mi olacak?" Diye sorunca Araf'ta ciddileşti. Böyle berbat bir şeyi affedemeyeceğimi o da biliyordu.
" o gece seni sevdiğimin farkında bile değildim. Aslında sevginin ne olduğunun da farkında değildim." Dediğinde ona zorla beni sevdiğini söyletmeye çalıştığım günleri anımsadım. Bu onu sevgiyle de olsa boğmamın sonucuydu. Bu onun kaçış, bir şeyleri unutma yoluydu evet berbat bir yoldu ama işte onun yolu buydu." ben eve gidiyorum." Diyerek daha fazla konuşmadan onun yanından uzaklaştım. Gerçekten aldatılmış mıydım? Bir ilişkimizin olduğunun bile farkında olmayan bir adam aldatmış olur muydu?
İki gündür derse girmek için okula gidiyordum ama sınıfa bile girmeden eve dönüyordum. Üstelik milyonlarca ders dinlemiş gibi de yorgundum. Bazı kararlar almalıydım bunun farkındaydım ama hiçbir karar almak istemiyordum. Her şey kendiliğinden olsun, bitsin ve ben güzel, sorunsuz, meriçsiz bir hayata uyanayım istiyordum. İstekler, hayaller hiçbir zaman gerçekleşmeyen şeylerdir. Zaten gerçekleşirlerse ne istek ne de hayal olur sadece sıradan şeylere dönüşürlerdi.
*************************************Yeni bir sabaha uyanırken Araf'tan vazgeçebilecek kadar güçlü olmadığımı çok iyi biliyordum. Heleki böyle savunmasız hissederken, üstelik Araf beni sevdiğinin farkında olmadan önce böyle iğrenç bir şey yapmıştı.
Evet her ne kadar benden af dilemese de onu affedecektim ama buda o kadar kolay olmayacaktı. Daha ne yapacağımı bilmiyordum ama şu soğuk olunca tadı daha da güzel yemekten yani intikamdan epeyce bir tadacağım kesindi.
Çantamı da alıp aşağı kahvaltıya inerken mutfaktan annemin
" tatlım şu bardakları da götürür müsün?"
Dediğini duyunca çantamı merdivenin başına bırakıp mutfağa girdim.
" günaydın." Diyerek annemin masaya bıraktığı bardakları aldım. Annemde ben mutfaktan çıkarken
" günaydın." Diyerek arkamdan seslendi. Bardakları masaya yerleştirip annemin önceden getirdiği çayı bardaklara doldurdum. O sırada annemde elinde ekmeklerle masaya oturdu.
" Halil abi yok mu?" Ekmekten bir parça alırken öylesine sorduğum soruya annem sevinmişti. Artık Halil abiyle iyi anlaşıyorduk. Aramızdaki saygı en üst seviyede sevgi ise en alt seviye de yükseliyordu. Yokluğunu anlamam ise annem için Halil abiyi düşündüğümün bir ispatıydı.
" bir toplantısı vardı. Erkenden işe gitti. Aslında Sıla'ları çağırdım ama Sıla beni geçiştirdi. Aranızda bir sorun mu var?" Annem böyle söyleyince Sıla'nın bana olan anlamsız uzaklığını anımsadım." hayır, benim bildiğim bir sıkıntı yok." Bu cümleye bir çocuğu bile zor inandırırdım ama annem konuşmak istemediğim zamanları çok iyi bildiği için konuyu hemen kapatırdı.
" tatlım ben bir şey düşündüm. Tabi senin içinde uygunsa." Diyerek konuyu değiştirince konuşmak istemediğimi anlamasına sevindim.
" nedir?" Diye merakla sorarken bir yandan da salatalıkları ağzıma tıkıyordum.
" biraz Hamdi dedenin yanına gidip kafa mı dağıtsan? Bu psikolojiden kurtulursun, hem oda seni çok özlemiş." Dediğinde biran duraksadım. Bu çok iyi bir fikirdi hem benim için hemde intikamım için.
" çok iyi olur aslında. Ama bir şartım var." Diyerek elimdeki çayı bırakıp beni izleyen anneme baktım. Kabul etmesi çok zor hatta imkansızdı ama artık ondan bir şey saklamak ya da yalan söylemek istemiyordum.
Başını nedir diye sallayınca
" Araf'la gitmek istiyorum" dedim. Annemin şaşırdığını ve çok sinirlendiğini parmağındaki yüzüğüyle oynayışından hemen anladım.
" bu çocuktan kurtuluş yok mu?" Diyerek soluyunca masadan kalkıp
" ona alışsan iyi olur." Dedim ve yanağına bir öpücük kondurdum. Şaşırmıştım ama bu cümle annemin evet dediği anlamına geliyordu.
" cuma gecesi yola çıkarız." Diyerek dış kapıyı kapatınca derin bir nefes alıp annemin heran kapıyı açıp hayır deme ihtimaline karşı koşarak evden uzaklaştım.
Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuğun ardından okula yine iğneleyici bakışlar altında girmiştim. Garip olan ise artık bu bakışlar beni üzmüyor, korkutmuyor ya da sinirlendirmiyordu. Onlara alışmıştım evet onlar olmadan daha mutlu olurdum ama onlar mutsuzluğum sebebi değildi. Gözlerimle her yerde Araf'ı ararken Gürkan arkamdan
" matmazel" diye bağırınca hemen arkama baktım.
" günaydın" derken yanıma gelmişti. Oda bana günaydın Dedikten sonra birlikte kantine doğru yürümeye başladık.
" Ee nasılsın pokemon?" Diye sorunca Gürkan'da şaşırdı. Şaşkınlığını farkedince
" ne yapayım sen bana bir lakap buldun. Ama ben bu konuda iyi değilim onun için hazırda olanı kullanıyorum." Diyerek şirinlik yapmaya çalışırken oda gülümseyip
" nasıl isterseniz?" Dedi ve önümde eğildi. Omzuna hafifçe vurup" haylaz" Dediğimde ikimizinde keyfi iyice yerine gelmişti. Gürkan bana her zaman neşe kaynağı oluyordu. Ama bu okul bana sürekli Meriç'in sesinden 'beni unutma' diye seslenirken ben çok da iyi olamıyordum.
" Hırçın nasıl?" Gürkan'a sürekli sorular sorarak kafamdaki çığlıkların son bulmasını umuyordum.
" gayet iyi keyfi de yerinde." Diyerek birden durunca bende duraksadım. Karşı da oturan kızlara olan bakışlarını görünce
"anlaşıldı lordum, size müsade," diyerek bu sefer ben önünde eğildim. Defalarca kez teşekkür edip kızların yanına gidince bende Araf'a bakınmaya başladım. Biraz bakınıp bulamayınca onu nerde bulacağımı hatırlayıp hemen okuldan çıktım.
Bir kaç dakika içinde yine ayaklarını camın üzerine uzatmış ve büyük ihtimalle beşinci rüyasını gören Araf'ı hemen buldum. Üstelik bu pozisyonu kütüphanede yapması inek gibi ders çalışan tüm öğrencilere hakaretti.Ona sarılmak için can atıyordum, öpücüklere boğmak, günlerce onunla uymak istiyordum. Bunları istersem hemen şimdi yapabilirdim ama o kıza dokunmuş olması fikri midemi bulandırıyordu. Ona sarılmayı bırak yüzüne bile bakmak istemiyordum. Hızla yanına gittim ve yüzüne camdan içeri sızan güneşten korumak için koyduğu kitabı alınca irkilerek uyandı.
" kitap baya heyecanlıymış anlaşılan." Deyip bir sandalye çektim.
" hemde ne heyecan" diyerek başını geri attığında hiç beklemeden
" Ben Balıkesir'e gidiyorum." Dedim, başını hızla kaldırıp
" ne" Dediğinde her zaman ustalıkla sakladığı şaşkınlığını bu sefer çok net görmüştüm. Üstelik saklama gereği de duymuyordu.
Beni kaybedeceğini düşünüyordu belki de. Ne demişti bana seni kaybetmek kendimi kaybetmek olur.
Belki de kendini yeni bulmuşken yine kaybetmekten, kaybolmaktan korkuyordu. Böyle bir şey olsaydı gitme diyebilecek miydi bana?
İstemenin, ricanın, özrün ve af dilemenin acizlik olduğunu düşünen bu suskun benden bunu ister miydi? Rica eder miydi? Yoksa yine sessizliğimiz mi konuşurdu? Ne de olsa onun en büyük çığlığı sessizlikti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SUSKUN 2 ( Sessizliğin çığlığı
Fiksi RemajaYeni bir hayat mı gerçekten? Daha mutlu bir hayat, daha sakin, daha umut dolu, daha huzurlu bir hayat.... peki geriye kalan dahalar nerde? Daha korkunç, daha acımasız, daha berbat. Kimdi onun için savaştığım? Kimdi bana su, hava, nefes ve yaşam olan...