Araf'a son kez bakıp kapıya yönelince
" bence de gitmen en doğrusu" dedi. Kapı kolunda olan elimi hemen geri çekip derin bir nefes aldım. Kırgın ya da üzgün değildim. Ama içimde çok büyük bir öfke vardı. Bu öfke anneme, Zeliş'e, Sıla'ya, Mete'yeydi. Ama bunların hepsini toplarsam Araf'a duyduğum öfkenin yanından bile geçemezdi. Derin derin nefes alıyordum ama bu sakinleşmeme yardımcı olmuyordu. Tüm sesimle
" gerçekteeeen mi?" Diye bağırdım. Bağırıp aynı anda da odadaki yatağı, darmadağın ettim. Artık kendime engel olamıyordum resimleri, halıyı, süsleri yerle bir ediyordum. Hiçbir şey, hiç kimse umrumda değildi.
" ne istiyorsun benden? Beni mutsuz etmek seni mutlu mu ediyor? Ben sana bu kadar değer verirken sen bana hamam böceği gibi davranıyorsun." Diyerek önündeki tuvale de bir tekme attım. En son
" bir kez ya, sadece bir kez gitme desen. Ya da aptalca küçücük bir özür dilesen." Dediğimde pencereye beceriksizce asılmış bütün perdeleri koparttım.
İşte şimdi gerçekten rahatlamıştım. Olduğum yere çöküp sırtımı duvara yaslayarak darmadağın olmuş odaya ve bana hayretler içinde bakan Araf'a baktım. Gerçek anlamda uzun zamandır rahatlamadığım kadar rahatlamıştım. Göğsümün üzerindeki yumru kalbimi sıkıştırmayı kısa süreliğine de olsa bırakmıştı. Araf biraz daha bana bakıp gülmeye başlayınca bu kez ben ona hayretler içinde baktım. Ben sinir krizi geçirirken o karşımda komik bir filmi izler gibi gülüyordu. Biraz önceki gibi sinirli değildim ama öfke kırıntılarım vardı. Yerimden kalkıp
" ne halin varsa gör. Gidiyorum ben." Diyerek kapıya yönelince birden arkamdan beni tutup kendisine çekti. Ne olduğunu anlayamadan biraz önce oturduğu yere beni oturttu.
" ne yapıyorsun sen?" Derken cebindeki mendili çıkartıp kanadığını bile fark etmediğim elime sardı. Elimi gerçekten kötü yaralamıştım ama o kadar öfkeliydim ki acısını bile hissetmemiştim.
Elimi kibarca sararken bakışlarımı yere sabitledim. Şuan bana hiç çekici gelmiyordu. Elimi sarmayı bitirince ayağı kalkıp beni de zorla yerden kaldırdı.
Aslında istersem olduğum yerden hiç kalkmayabilirdim ama burda kalmak istemiyordum. Mümkünse Araf'ın yüzünü görmek istemiyordum. Tabi mümkün değildi çünkü Araf'ın istemediği hiçbir şeyi bir şekilde yapamıyordum.
Odadan çıkıp hızla aşağı inerken Balyoz'a selam verdi. Balyoz öylece kafasını sallayıp diğer müşterileriyle ilgilenmeye devam etti. Dışarı çıktığımızda elimi bırakıp arabaya bindi. Şuanda anneme daha çok kızmıştım, onun yüzünden Araf'a boyun eğiyordum. Çünkü gidecek bir yerim yoktu. Dolan gözlerimdeki yaşları dağıtmak için yukarı doğru bakarak arabanın arka koltuğuna bindim.
Yol boyunca ikimizde konuşmamıştık. Ağaçlı yola girdiğimde yaklaştığımızı anlamıştım. Şuan saatlerce ağlamak istiyordum çünkü acınacak haldeydim. Mecburiyetlerle dolu bir hayatım vardı. Araf'ın evine, arabasına en kötüsü de kendisine mecburdum. Bir insana mecbur olmak acınası durumların en kötüsüdür. Onun küçücük bir gülümsemesine, hakaret de olsa bir cümlesine muhtaç olmak, ona her şeyinle mecbur olmak ona karşı savaşmaktan çok daha zordu. Sinirle çıktığı o kapıdan bu kez daha sakince arabayı evin önüne park etti. Saat oldukça geçti ve herkes büyük ihtimalle uyumuştu. Bundan dolayı olsa gerek kapıyı anahtarla açıp içeri girdi. Beni beklemeden merdivenlere yönelince olduğum yerde durdum. Gözden kaybolunca bahçe ışıklarının aydınlattığı salona geçtim. Bileğim kendi halinde sürekli sızlıyordu. Ama onun sızısı dikkatimi çekmiyordu. Düşünebildiğim tek şey burdan hemen gitmem gerektiğiydi ama gidebileceğim bir yer ya da yardım isteyeceğim hiç kimse yoktu. Bir plan yapmalı, bir şeyler düşünmeliydim. Bir yurda başvurabilirdim ama bunun içinde hiç param yoktu. Belki birinden borç isterim diye düşünürken gözyaşlarım ardı ardına dökülmeye başladı. O an canımı neyin yaktığını çok iyi anladım. Bu Araf'la olan kavgalarım yada annemlerin sözleri değildi. Ben sadece çok ama çok yalnızdım. Hiç kimsem yoktu. Yardım isteyeceğim yada yanına gidebileceğim değil beni anlayan hiç kimsem yoktu. Konuşabileceğim, dinleyebileceğim, omzunda saatlerce ağlayabileceğim hiç kimse yoktu. Sevdiğim herkes ya benden bir şeyler bekliyordu ya da beni suçluyordu.
İpek teyzenin acılarını belki de yıllardır akıttığı koltuğa düzensiz akan gözyaşlarımı bir kez daha silip oturdum.
Dolunay her seferinde mutluluğumu aydınlatırken şimdi ise sadece yalnızlığımı aydınlatıyordu. Yalnızlığımı ve gözyaşlarımı....************************************
Ağırlaşmış gözlerimi bir iki kez kaşıyıp açtığımda üzerimdeki kolu fark edip doğrulmaya çalıştım. Başımı sağ tarafıma çevirdiğimde saçlarının yüzünü tamamen kapattığı Araf'ı görünce küçük bir şaşkınlık yaşadım. Onun odasındaydım, onun odası ve onun yatağı.
Kolunu zar zor üzerimden çekip yataktan çıkacakken tekrar kolumdan tutup beni yanına yatırdı.
" bırak beni " dediğimde saçlarını geriye itip gözlerimin içine baktı. Kurtulmak için debeleniyordum ama beni iyice kollarının arasına aldığında uğraşmanın boşuna olduğunu anlayıp debelenmeyi bıraktım.
" kokumu sevdiğini sanıyordum. " diye mırıldanınca dudaklarının kulağımda olduğunu anlayıp başımı ondan uzaklaştırdım. Cevap vermek sadece şuanı uzatacaktı, bunun içinde susmayı tercih ettim. Ve evet kokusu gerçekten müthişti.
" biliyor musun? Bende senin kokunu çok seviyorum. Tıpkı şey gibi..." deyip burnuyla boynumu kokladı ve
" tıpkı papatya gibi kokuyor." Dedi. Gerçekten de özellikle papatya kokusunu kullanıyordum ama bunu farketmiş olması beni şaşırmıştı. Ben bu şaşkınlığı yaşıyorken birden kapı açılınca hemen Araf'tan kurtulup bize
" pardon, seni yalnız sanıyordum Melek." Diyen Aslı'ya baktım. Araf sanki hiçbir şey olmamış gibi sakince yataktan çıkıp
" yalnızlık sadece kötülere mahsustur." Dediğinde Aslı'nın yine göz bebekleri büyüdü. Araf'ın bu cümlesi beni de derinden etkilemişti. Ben yalnızdım bunun sebebi kötülüğüm müydü? Kötülük kime göre ya da neye göre belirleniyordu? Kim kötüydü ya da kötülük neydi? Aslında asırlardır varolan bir düşünceydi bu. İnsanlar kendilerine yapılmasını istemedikleri her şeye basitçe bir kalıp uydurmuştu kötülük. Aslı'da büyük ihtimalle Araf'ın istemediği bir şeyi yaptığı için kötü ilan edilmiştiDaldığım düşüncelerimden sıyrılıp
" ben uyanamamışım. Bir şey mi oldu?" Diyerek konuyu dağıtmaya çalıştım. Yataktan çıkıp üzerimi düzeltirken Aslı Araf'a çok kızgın görünüyordu. Araf hiçbir şey söylemeden banyoya gidince Aslı'da bana odaklandı.
" Annemin bu akşam doğum günü partisi var. Senin için bir elbise hazırlamış. Yani seni aşağıda bekliyor." Dediğinde gülümseyip
" öyle mi? Aslında hiç gerek yoktu. " dedim. Bana sıradan ve tıpkı boş bir koltuğa bakar gibi gereksiz bir bakış atarak
" kendin anlat. " dedi ve odadan çıktı. Beni sevmediğini tüm mimiklerinden anlayabiliyordum. Resmen bütün mimikleri beni istemediğini tüm güçleriyle haykırıyordu. Bu kadar istenmeyen ve sevilmeyen biri olduğumu bilmek gururumu kırıyordu. Oyuna alınmayan küçük bir çocuk gibi üzgün hissediyordum. Herkesin oluşturduğu o oyunu sadece izlemek acı veriyordu. Araf banyodan hızla bir kaç çamaşırını alırken
" hazırlan, okula gidiyoruz." Diyerek bana baktı. Benden bir cevap alamayınca kıyafetleriyle birlikte banyoya yöneldi. Kapıyı yeniden açmışken
" burda kalmak istemiyorum. Bugün bu evden gidiyorum." Dedim. Biran duraksadığını fark etmiştim. Kendini hemen toparladı ama gerçekten şaşırmıştı.
" öyle mi, nereye?" Konuşurken kapıyı da açtı.
" ne fark eder. Üstelik sanane." Dediğimde içeri girerek kapıyı kapattı. Gitmemin onun için pek bir önemi yoktu. O kadar ki rutinlerine devam ediyordu.
Odanın köşesinde duran dağınık valizimi görünce hızla valizimi yatağın üzerine çıkarttım. Dağılmış bütün kıyafetleri düzensizce içine doldurup zorda olsa ağzını kapattım. Köşede giymek için bıraktığım uzun elbisemi giydikten sonra kirlileri de sırt çantama doldurdum.
İşte hazırdım, veda etmek bu kadar kolaydı. İçinde ne olduğunun pek bir önemi olmayan bir valiz, ıvır zıvırla dolu bir sır çantası ve gitmeye kararlı biri.
Peki ben veda mı ediyordum? Geride kimse yoksa bunun adı veda olur muydu? Geride kalacak kimsenin olmaması yaptığım şeyin veda olmasına bile izin vermiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SUSKUN 2 ( Sessizliğin çığlığı
Teen FictionYeni bir hayat mı gerçekten? Daha mutlu bir hayat, daha sakin, daha umut dolu, daha huzurlu bir hayat.... peki geriye kalan dahalar nerde? Daha korkunç, daha acımasız, daha berbat. Kimdi onun için savaştığım? Kimdi bana su, hava, nefes ve yaşam olan...