46

1K 47 18
                                    

Küçük bir kuş misali oradan oraya uçar insan, küçük kuşa koskoca gökyüzü yetmez. Her zaman yeni yerler arar ve hep daha çok uçar, daha çok uçar.

insan da böyledir her zaman daha fazlasını ister, her zaman yenisini ister. Eskisini ise her zaman köşede bekletir. Çünkü eninde sonunda bir gün yine onu da ister.

Nasıl bir duyguydu bu içimdeki, etrafımızda birçok insan var. Annem, Halil abi, Sıla, Zeliş daha birçok kişi karşımda duruyordu ama benim gözüm karşımda hafif bir gülümseme ile bana göz kırpan Araf'tan başkasını görmüyordu. Gözlerimi kapıyordum karşımda o, uyuyordum rüyalarımda o. Sanki o ben olmuştu, sanki ben bu bedenden ibarettim ruhum ise Araftı.
Bundan dolayı mutluluğumda hep korku adında bir fazlalık vardı. Onu bir gün kaybedeciğim korkusu benim kalbimi kemiren o vicdan azabının yanında ona yardımcı oluyordu.

Hiç kimse konuşmuyordu, herkes yanındakini ya da karşısındakini süzüyordu. Birden hafif açık bıraktığım dış kapı hızla açıldı. Gürkan ve mükemmel pembe elbisesiyle Damla içerideki tüm sessizliği bozarak aynı anda
" daha vermediniz değil mi?" Dediler. Hepimiz onlara ne olduğunu anlamaya çalışır gibi bakarken şu an söylenebilecek en son şey bile olmaması gereken şeyi Araf çoktan söylemeye başlamıştı.
" abisi, ablası verdiler ama biz yetişemedik başkası almış." Olduğumuz durumla bütün gece dalga geçeceğine emindim. Ama bu kadar hızlı başlayacağını tahmin etmemiştim. Şimdi Gürkan ve Damla'ya bakan herkes aynı anda Araf'a bakıyordu. Ben hariç Gürkan ve Damla dahil herkes Araf'a bir aptalmış gibi bakıyorlardı.  Araf'ta bunu anlamış olacak ki
" hey şu bakışlarınızı aynaya bakarken kullanın, şu an her şey normal ve sorunlu benim öyle mi? Saçlarına ak düşmeye başlamış bir kızın ailesine ömür boyu bana verir misiniz? Demeye bir orduyla geldik." Dediğinde herkes güldü ben ise
" ak mı? " Diyerek ellerimi saçlarıma götürdüm. Aynı anda öfkeyle Araf'a baktım. Aslında onun saçlarını şu an cımbızla falan tıraş etmeyi istiyordum ama istenmeye gelmiş kız misali ellerimi yeniden hafif çapraz yaptığım ayaklarımın yanına indirdim. Araf durmayacaktı annemin bir şey söylemesine izin vermeden
" kızınızın oturuşuna bakın, sanki tam bacaklarının olduğu yerde bir pislik varmış gibi tüm vücut solda bacakları sağda kalmış. Melekcim inan bana hiç çekici değil. Şimdi istemeden kalkacağız." Dedi. Annem gerçekten büyük bir kahkaha atarak
" Buna bende katılıyorum." Dediğinde gerçekten şaşırmıştım. Araf ve annem aynı fikirdeydi. Bügün hiç normal bir gün değildi.
" hey Melek'i yedirmem. Madem istemiyorsan burda elinde çikolatayla niye bekliyorsun? Sonra evlenmezsen yine evimizin eşiğinden ayrılmazsın." Damla tam gelinin kız kardeşi gibi konuşmuştu. Araf sadece gülümsemekle yetinmişti.  Halil abi ise gecenin tadını çıkartıyor her söylenene aşırıya kaçmamak koşuluyla gülüyordu. Herkes bir şekilde gecenin tadını çıkartmaya çalışıyordu ancak Mete burda olmak istemediğini mimikleriyle haykırıyordu. O an aklımda onun neden burda olduğu düşüncesi belirdi, ben ne Sıla'yı ne teyze mi ne de Mete'yi davet etmiştim. Ya da Sıla, Mete ile ilgili durumumuzu -durum demek aşk kelimesinden daha az rahatsız ediciydi. - bile bile onu neden buraya getirmişti?
Kafamda dönüp duran düşünceleri bir kenara itip artık benden kahve bekleyen herkese kahvelerini yapmak için mutfağa geçtim, tabii ki Damla hemen yanımdaydı. Kahveleri fincanlara doldurup tepsiye dizdiğim sırada Damla'nın bir fincana bocalama tuz döktüğünü fark ettim, ben
"Damla " Diyerek yetişmeye çalışırken Damla tüm işini halletmişti bile.
" Araf bu gece kesinlikle isteme törenini gerçekleştirmeden gidecek ya da annem onu kovacak." Dediğimde Damla sırıtarak

"merak etme çok eğleneceğiz ve parmağına yüzüğünü takacaksın."

Dedi ve içinde tuzlu kahve olmayan tepsiyi alıp içeri geçti. Bende tuzlu kahvenin olduğu tepsiyi alıp onu takip ettim ama eğlenmek yerine sadece çok korkuyordum . Araf bu kahveden sonra şuanki performansını mumla aratacaktı. Herkese kahvesini verip bir köşeye geçtiğimde İpek teyze istemeye istemeye malum cümleleri kurmaya başlamıştı. Araf'ın teyzesini nasıl ikna ettiğini de merak ediyordum.
"Allah'ın emri peygamberin..." cümleler ardı ardına gelirken Araf yavaşça fincanı ağzına götürüyordu. Başka taraflara bakmaya çalışıyordum ki Mete ile gözgöze geldim. İçimden bir şeyin koptuğunu, vicdan azabımın itina ile kalbimi  kemirmeye devam ettiğini o an daha iyi anladım.
Hayat Allahım bu geçici şey ne kadar acımasızdı, en gaddar en vicdansız avcıydı hayat. En savunmasız anında ensene en sert şekilde bir tokat indiriyordu.  Acıyan yer ensen olmalıyken gönlün eziliyor küçücük kalıyordu. Üstelik bu tokadı  sadece acı çeken değil mutlu olan insanların ensesine de en acı şekilde geçiriyordu. Bügün, şuanda, şu saniyede de bana yaptığı şey de gönlümü küçültecek bir tokattı.

SUSKUN 2 ( Sessizliğin çığlığı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin