Dünyada her şey ile savaşılabilir. Başka bir kadınla, bir adamla, bir aileyle hatta bir ülkeyle savaşabiliriz. Kazanılabilir ya da kaybedilebilir ama en azından ortada bir savaş vardır.
Ama dünyada savaşılamayacak tek bir şey vardır; oda yarım kalmış anılar, hayatlar ve anlar. Hayatta yarım kalmış hiçbir şeyle savaşamazsınız.
İşte insanların birbirlerine yaptıkları kötülüklerinde en büyük sebebi de budur. Çünkü yarım kalmış her şey onlara sadece çok derin bir acı verir onlarda buna karşılık başka insanlara acı çektirir. Aslı'nın hırçınlığının da, Sıla'nın intikam yeminlerinin de, Araf'ın bu kadar acımasız olmasının da tek sebebi yarım kalan hikayeleridir." gerçekten mi? Yani benden intikam almak istiyorsun. Aslı olayında ne yaşadıysak aynısını mı yaşatacaksın?"
Araf gerçekten sinirliydi, bunun sebebi ondan bir şey saklamamdı ya da küçük bir ihtimal kıskanmış da olabilirdi.
Evet, Aslı da bana söylediğinin aynısını söylemiştim çünkü o an neler hissettiğimi anlamasını, empati denen insanlara özgü duyguyu biran olsun tatsın istemiştim.
" olanları bana sorduğunu hatırlamıyorum, sen öyle bir şey hatırlıyor musun?" Soruya soruyla cevap verdiğim için iyice sinirleniyordu.
" o pislik nerde?" Diyerek ayağı kalktığında
" ona pislik demene gerek yok, elinde olan bir şey değildi. Kimse kimseyi isteyerek ay dur ben şunu bir seveyim diyerek sevmez. Bu yaşananlar maalesef ki kimsenin suçu değil." Cümlelerim onu iyice sinirlendiriyordu. Birden bire beni alkışlamaya başladığında bunu daha iyi anladım.
" gerçekten müthiş bir performans. Biraz daha devam edersen gidip ona kardeşim deyip sarılacağım." Alkışlamayı bıraktığında bende
" sarılmanı değil anlamanı istiyorum sadece. O sevgisini kötü kullanan biri değil. Bir kere bile karşıma çıkmadı." Dedim.
Sakin bir şekilde konuşuyordum ama bende sinirlenmeye başlamıştım.
" ne yapalım biliyor musun? Bu kadar iyi bir insanı heba etmeyelim. Sen hafta içi benim sevgilim olursun, haftasonları da ona gidersin." Dediğinde o kadar sinirlendim ki
" git burdan." Diye fısıldadım. Söylediğimi umursamayınca
" git dedim." Diye tüm sesimle bağırdım.
" ne oldu, beğenmedin mi?" Diyerek gülünce
" bugün cuma, ben seni pazartesi ararım. Mete'ye haksızlık olmasın." Dedim.
İkimizde sinirliydik ama bu öyle gerçek bir öfke değildi ikimizde eğleniyorduk.
" bak beni delirtme. İnadıma yaptığının farkındayım." Sinirden gülüyordu.
Bende onunla birlikte güldüm.
" pazartesi görüşürüz." Diyerek beni bekleyen Damla'nın ve Gürkan'ın yanına koştum. Arkamdan
" sana bir gün daha izin, hatırım kalır salı günü gel sen." Diye bağırıyordu. Ben ise yaşadığım onca olumsuzluğa rağmen gerçek bir tebessümle karşılık verdim.
***********************************
Damla'nın evi güzel bir apartman dairesiydi. Üç odasının ikisini gece kalmaya gelen arkadaşlarına hazırladığı için yerleşmem hiçte zor olmamıştı. Odamın penceresinden denizi rahatlıkla görebiliyordum.
Ev tabiki sıradan bir apartman dairesi değildi, nedense Araf ve arkadaşlarının ailelerinden gelen müthiş bir servetleri vardı.
Odamda büyük bir yatak, dolap ve çalışma masası dışında bir de cam kenarında bir koltuk vardı. Her şey büyük bir özenle hazırlanmıştı. Oda o kadar temizdi ki odadaki tek kirli şey bendim. Dolabı valizi yerleştirmek için açtığımda içinde benim için hazırlandığı çok belli olan birkaç tane kıyafet bulunca Damla'ya ne kadar da mahçup olduğumu hissettim. Kıyafetlerimi dolaba yerleştirip hemen güzel bir duş aldıktan sonra yatağıma içerde beni bekleyen kimse yokmuş gibi oturdum.
Uzun zamandır elime hiç almadığım çizim kalemlerimi ve resim dosyamı önüme alıp çizmeye başladım.
Resim çizdiğimden beri Meriç'in benden uzaklaştığını hissediyordum, sanki Meriç ile arama kocaman bir set çekmiştim ve Meriç sadece arada bir ziyarete geliyordu.
Ne kadar zaman geçtiğini her zamanki gibi bilmiyordum ama Damla'nın
" hadi bir şeyler yiyelim." Seslenişiyle kağıdımı elime alıp salona geçtim. Oda benim gibi duş almış ve pijamaların rahatlığına sığınmıştı.
Ortada duran makarna tabaklarını işaret ederek
" maalesef güzelliğimin yemek üzerinde hiçbir etkisi yok." Dedi ve gülümsedi. Bende gülümsedim.
" bizim aramızda düzeyli bir ilişki var o iş bende artık." Diyerek elimdeki kağıdı ona uzattım.
Resme uzun bir süre baktı, sonra bana bakarak
" bu nedir?" Diye sordu. Sandalyelerden birine oturup makarnalardan birini önüme çektim.
" bu dört yapraklı bir yonca." Dediğimde
" bana şans getirmesi için mi?" Diye yeni bir soru sordu. Makarnadan bir kaşık aldıktan sonra
" hayır, bu benim gerçek şansım olduğun için. Sen hayatımdaki en büyük şansımsın, onun için sana küçük bir hediye. Bunu hiç unutma diye." Dedim.
Çok mutlu olmuştu, gözleri dolu doluydu. Resme bir kez daha bakarken karşımdaki sandalyeye oturdu. Resmi yanına koyup tabağını önüne çekti, bir iki lokma aldı. Onu dikkatlice izliyordum. Yeni bir lokmayı ağzına götürürken birden gülmeye başladı. Aynı anda gözyaşları da yanaklarından süzülüyordu. Hiçbir tepki vermeden sadece onu seyretmeye devam ettim. Bir süre hem gülüp hemde ağladı. Sonra çatalını yavaşça masaya bıraktı ve bana baktı.
" bu hayatımda aldığım en anlamlı hediye." Dedi. Ne söyleyeceğini ya da ne yapacağını bilmiyordu.
Bende kaşığımı tabağımın yanına bıraktım, ayağı kalktığımda oda beni izliyordu.
" gel buraya." Diyerek kollarımı açtığımda bir iki dakika tereddüt etse de o da kalkıp hemen bana sarıldı. Üstelik bu sarılış geçen sefer ki gibi öylesine değil bilakis çok içten bir sarılmaydı.
Yeniden yemeğe oturduğumuzda yemeğinden bir lokma alırken
" eğer aklına takılan bir şey varsa bana sorabilirsin." Deyince bende bir lokma daha ağzıma atarak
" ne gibi?" Diye sordum.
" şey, bu eve Araf'la ayrıldıktan sonra taşındım. Yani sevgilim olarak hiç gelmedi." Dediğinde kaşığımı yeniden tabağımın yanına bıraktım.
" ben böyle şeyleri düşünmemeye çalışıyorum. Aslında böyle şeyler yanlış anlama ama karşımdakilere acımaktan başka bende hiçbir duygu uyandırmıyor." Kelimeleri seçerek kullanmaya çalışmıştım, çünkü onu kırmak istemiyordum.
" nasıl yani?" Tepkisini de ondan beklediğim şekilde vermişti.
" burada sevgililik denilen şey benim düşündüğümden çok farklı. Yani mantık şöyle ilerliyor önce barda dansa git sonra sevgili ol ve sabah bir yatakta çırılçıplak uyan. Üstelik o kadarla da kalmıyor bunu çok iyi bir şeymiş gibi defalarca kez yapıyorsunuz." Söylediklerim onu üzüyordu ama bunları bilmesi gerekiyordu.
" bunlar daha çok tutku ya da şehvettir. Oysa ortada maalesef ki sevgi yok. Bu aşk değil bu sadece doyumsuzluk, hayatta kendini mutlu edecek bir şeyin kalmaması. Benim aşktan anladığım ise bunların tam tersi. Bu sıradan şeylerin dışında daha özgün daha farklı şeyler paylaşmak insanları sevgili yapar. Mesela bir çift için kış çok özeldir ama bu her çift için özel olmaz." Aslında daha çok şey söyleyebilirdim ama bunu yaparak onu üzebilirdim.
Bana bakıyordu. Tepki vermesini beklememe rağmen hiçbir şey söylemeden sadece bana bakıyordu.
" lütfen yanlış anlama ben geçmişini yargılamak için söylemedim bunları, kimsenin hayatını yargılamaya hakkım yok, hele ki böyle bir hayatım varken. Ben sadece insanların etrafındaki bunca mucizeye rağmen her şeyi sıradan görmesini bir türlü anlayamadığım için söylüyorum. Yani bugün kim dışarı çıktığında ilk işi gökyüzüne bakmak oluyor ya da kaçımız saçlarımız ya da pahalı kıyafetlerimiz kirlenmesin diye yağmurdan kaçmak yerine yağmurun altında doyasıya ıslanmanın keyfini sürüyor."Diyerek söylediklerimin etkisini azaltmaya çalıştım ama o birden masadan kalkıp mutfağa gitti. Söylediklerimin tabii ki arkasındaydım ama keşke bunları içimde tutsaydım diye içimden geçirirken mutfakta elinde iki bardak ve suyla çıkageldi.
" bende bu kızı niye bu kadar seviyorum diyordum." Diyerek suları doldurduğunda bende gülümsedim. Damla benim söylediklerimi hatta söyleyemediklerimi bile hemen anlayabiliyordu. Çünkü o beni kendinden biliyordu.
" aaaa bu arada yarın Araf'ın Doğum günü bilmiyordun değil mi?" Dediğinde bir türlü yiyemediğim ve buz gibi olan makarnayı önümden uzaklaştırdım.
" gerçekten mi? Yarın ayın kaçı ki?" Soruları art arda sormama rağmen hemen
" eminim, 15 Ekim " Dedi. Damla 15 Ekim Dediğinde hemen telefonumu elime alıp tarihi yeniden kontrol ettim. Evet yarın 15 Ekimdi.
Gerçekten çok şaşırmıştım, Araf'la bizi her şey sürekli bağlıyordu. Biz ne kadar kaçsak da bir şekilde bir yerde buluşuyorduk.
" ne oldu güzellik, neye şaşırdın?" Damla beni kendime getirince
" yarın benim de Doğum günüm." Dedim.
Oda şaşırmıştı. Evren bizi sürekli Araf'la benzer yer ve zamanlarda buluşturuyordu. Aynı gün doğmuştuk, bu dünyadaki ilk nefesimizi aynı gün almıştık, ilk ağlamamız aynı gündü. Belki de ailelerimize umut oluşumuz aynı gündü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SUSKUN 2 ( Sessizliğin çığlığı
Novela JuvenilYeni bir hayat mı gerçekten? Daha mutlu bir hayat, daha sakin, daha umut dolu, daha huzurlu bir hayat.... peki geriye kalan dahalar nerde? Daha korkunç, daha acımasız, daha berbat. Kimdi onun için savaştığım? Kimdi bana su, hava, nefes ve yaşam olan...