"Günaydın bugün nasılsınız" diye cıvıldadı Rebekah, merdivenlerden inerken. Klaus genç kadının sesini duyunca, gülümsedi.
" gayet iyiyim. İlaçların işe yaradığını görmek daha da iyi hissettiriyor."
Yanına yetişen Rebekah
"Bugün biraz yürüyelim diyorum, dışarıda harika bir hava var. Size de biraz faydası olur diye düşünüyorum" Dedi, ardından
"Tabii, yürüyebilecek kadar zinde hissediyorsanız"
Klaus
"Emin olun bu yatakta biraz daha kalırsam, çıldıracağım. Bugüne kadar aldığım en güzel teklif" dedi hevesle.
Rebekah, memnun olmuşçasına gülümsedi.
"Harika!"
***
Rose'un da yardımıyla, Klaus'u yataktan kaldırabilmişlerdi. Ağır ve emin adımlarla her iki tarafı güllerle bezenmiş giriş kapısına giden yolda, Rebekah'dan destek alarak yürümeye çalışıyordu. Klaus, havanın güzelliğini abartmıyordu Rebekah diye düşündü. Çünkü gerçekten, harika bir gündü.
"Çıkmamız ne iyi oldu öyle değil mi? Hava bizi hayal kırıklığına uğratmadı. " Rebekah bu durumdan memnun olan Klaus'a baktı ve gülümsedi.
"Güllerin kokusunu alabiliyor musunuz? "
Klaus destek olabilmek adına, kolunu Rebekah'nın omzuna atmıştı. Böylece ona hiç olmadığı kadar yakın durması, genç kadının tatlı kokusunun, burnunda dolaşmasına sebebiyet veriyordu.
"Imm ben daha çok... taze ve tatlı bir lavanta kokusu alıyorum" diyen Klaus, ondan bir tık daha kısa olan genç kadının, güzel mavi gözlerine bakabilmek için başını eğmek zorunda kalmıştı. Rebekah bedenini saran sıcaklıkla beraber, kan akışının hızlandığını hissedebiliyordu. Yanakları yanıyordu. Bu da kızardığına işaretti. Genç kadın Klaus'un yüzüne oldukça yakın duran yüzünü, çevirip yere baktı.
"Ah evet, sabahları genelde banyo yapmadan ayılamıyorum." Diyerek gereksiz bir açıklamada bulundu. Sonra birden başını kaldırıp ona baktı.
"Konusu gelmişken; dilerseniz siz de banyo yapabilirsiniz"
Klaus genç kadının yaptığı bu teklif karşısında sahte bir gücenmeyle, kaşlarını çatıp kafasını geriye çekti.
"Yoksa siz bana koktuğumu mu ima ediyorsunuz leydim?" Ardından usta bir tiyatro oyuncusu edasıyla, ruh halini değiştirip kendini beğenmiş bir ifade takındı.
" eğer öyleyse leydim, teessüf edeceğim. Çünkü ben asla kokmam, güzel kokmak benim genimde var. " Rebekah onun bu sevimli tavırlarına, gülmeden edemedi.
"Lütfen Klaus, öyle demek istemedim. Yine yanlış anladınız beni" Bu arada gerçekten doğru söylüyordu. Bir kaç gündür yıkanmadan durmasına rağmen, hala garip bir misk-odunsu kokusu vardı. Bu, teninden yayılan bir koku olsa gerek diye düşündü Rebekah.
Klaus genç kadının çan sesini andıran gülüşü sayesinde gülümsedi. Onu güldürmek hoşuna gitmişti. Bu arada giriş kapısına yetişmişlerdi bile. Oradan tekrar dönüp, köşke doğru yürümeye başladılar.
" o zaman ilacınızı sürdükten sonra, bedeninizi gül suyu ile silebilirim" dedi Rebekah, bir başka teklif ile. Klaus bunun iyi bir fikir olabileceği konusunda karar kılarken
" bakın buna hayır diyebileceğimi sanmıyorum Leydim" dedi ve az önceye kadar yerde duran bakışlarını, genç kadının yüzüne çevirince onun da kendisine baktığını gördü. Yüzleri oldukça yakın duruyordu yine. Klaus yan yana olduğu Rebekah'nın mavi gözlerinden, çektiği bakışlarını dudaklarına kaydırdı. Tatlı ve yumuşak görünümlü doğal gül pembesi dudaklarına. Şu an bu dudakları kendi dudaklarında hissedebilmek için, neleri vermezdi.
Ne oluyorsun Klaus? Tanrı aşkına kendine gel! Diye geçirdi aklından. Kollarındaki bu savunmasız güzel onu çıldırtıyordu adeta.
"Pekala yorulduğumu hissediyorum leydim, uzansam iyi olacak. " çoktan başını çevirmişti bile. Rebekah da sonunda kendine gelince
"Iı- evet haklısınız, hadi sizi yatıralım."dedi. Hızlıca ve tek kelime etmeden yollarına devam ettiler.
Klaus, bu nazik teklifi kabul etmek pek akıllıca olmadı diye düşündü, Rebekah onun çıplak göğsünü elindeki gül suyuna bulanmış bezle silerken. Genç kadının ona her dokunuşu ürpermesine neden oluyordu. Bakışlarını tavana dikip, çok başka şeyler düşünmeye çalıştı. Mesela Londra'nın o ışıltılı caddelerinde anneleriyle gezen bakire kızları, balodan baloya koşabilmek için ellerindeki hakiki ipek kumaşları, işini en iyi yapan terzilere teslim etmek üzere salına salına yürüyüp, kendi aralarında en güncel dedikoduları yaparken kıkırdayan genç hanımları...
Ah Klaus'un bir hovarda olduğu o kadar da belli oluyor ki, aklının bir köşesinde sürekli o tatlı kızları barındırıyordu ve bundan oldukça hoşnuttu. Klaus kadınları seviyordu, onlara muhtaçtı. Ve Tanrı şahidi olsun ki yaklaşık bir haftadır Londra'dan uzaktaydı. Amansız, cehennem sıcaklığında ki bir çölde susuzluktan ölmek üzereymiş gibi hissediyordu. Hiç bu kadar uzun süre, kadınsız kaldığını hatırlamıyordu. Çıldıracak gibiydi, hele ki onun çıplak bedenini suyuyla temizleyen bu tapılası, dolgun vücuda sahip güzel kadın varken.
Onu bu düşünceler denizinden çekip çıkaran Rebekah
" bitti, isterseniz gömleğinizi giyebilirsiniz, ben de bunları buradan kaldırayım" deyip yerinden kalktı ve genç adamın yanından ayrıldı.
***
Rebekah ellerinin titrediğini fark etti. Heyecandan kalbi bir kuşun kanadı gibi, çırpınıyordu adeta. Ne kadar da kusursuz diye düşündü koltuğunda oturmuş uyuyan Klaus'u izlerken. O kaslı pürüzsüz göğsünde, ellerini gezdirdiği anı düşünmeden edemiyordu. Ona dokunmak garip hissetmesini sağlamıştı.
Giriş kapısına giden yolda samimi bir yakınlaşmayla yürürken heyecandan bayılacağını sanmıştı bir ara... Yüzlerinin birbirlerine o kadar yakın olması, kalbinin delicesine atmasına sebebiyet vermişti ve Tanrı biliyor ya genç adam da bunun farkındaydı...
Rebekah başını hızla çevirip utançla başını eğdi, ardından burada daha fazla durmak istemediğine karar verdikten sonra, ayağa kalktı ve odadan ayrılmak üzere merdivenlere yöneldi.
***
Akşam yemeğinden sonra Penelope ile Rebekah yemek odasında oturmuş çaylarını içerken, bir taraftan sohbet ediyorlardı. Penelope porselen çay bardağını ortalarında duran komidine koydu.
"Bay Salvatore uyuyor mu? " Rebekah bir ısırık aldığı kurabiyesini tabağa geri koyarken,
"Evet bugün biraz yoruldu, yemeğini yedikten sonra uykuya daldı" diye mırıldandı.
"Ailesinin onun için endişelenip endişelenmemesi, onu pek alakadar etmiyor anlaşılan" dedi Penelope düşünceli bir şekilde. Rebekah
"Nereden çıkardın bunu?" Diye sordu.
"Ailesini bulabilmemiz icin bir adres bile vermiyor, üstüne üstlük kasabada yaşadığını bilmemize rağmen" diye cevap verdi Rebekah'ya
Rebekah çayından bir yudum aldı.
"Yaşlı bir babasının olduğunu söyledin. Demek ki onun üzülmesini gerçekten istemiyor dadıcığım . Iyice iyileşip kendini toparlamasını beklemeliyiz." Dedi, ardından memnun olmuşçasına gülümsedi.
"Hem fazla bekleyeceğimizi sanmıyorum. Durumu gün geçtikçe iyiye gidiyor"
Penelope genç kızın yüzündeki ifadeyi görünce, gözlerini kırpıştırdı.
Bu da neyin nesi? Diye düşündü. Rebekah'nın yüzündeki gülümseme, orada yaralı bir halde yatan yabancı için miydi yani?
Penelope düşünceli bir tavra bürünerek çayından bir yudum aldı.
"Tanrı bizi korusun..." diye mırıldandı sessizce.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZ KALIN BİLEKLER (TAMAMLANDI)
Historical Fiction"Seni istemiyorum, hiçbir zerreni istemiyorum !" Genç kadının ağzından çıkan her kelime bir iğne edasıyla bedenine saplanıyordu genç adamın, ancak her zamanki gibi sahte bir yüzle yarım ağız gülümsedi. "Seni küçük yalancı, beni ne kadar istediğini g...