~30.Bölüm~

7.4K 488 4
                                    

   Kıbrıs...

  "Güzel bir sabah öyle değil mi Colin?"  Colin, Klaus'un keyifle çıkan ses sesiyle gülümsedi dostça.
"Kesinlikle"  Colin Hale, arkadaşını bir kaç haftadır öylesine keyifli görmemişti. Londra'dan uzaklaşmasının, onun için ne kadar da iyi olduğunu görebiliyordu. Klaus, arkadaşı Colin'i oldukça şaşırtmıştı doğrusunu söylemek gerekirse. Genç adamın, geçen süre içerisinde değişen ruh hali, onu meraklandırıyor ancak nedeninin ne olduğunu sormaya cesaret edemiyordu. Belki de Klaus'un bu keyifli halinden faydalanabilirdi Colin, zira merakını gidermeyi ve ona yardım edebilmeyi ümit ediyordu...
Çayından bir yudum alan ve malikhanenin bahçesinde oturmuş, önlerine uzanan yeşilliği izlemeye devam eden Colin, yanındaki ahbabına bakmayarak konuştu.
"Salvatore"  Nihayet, bu konu hakkında cesaret sahibi olmanın rahatlığıyla, Klaus'un karşılık vermesini bekledi. Karşılık gecikmedi.
"Evet"
"Uzun süredir merak ettiğim bir şey var" Klaus, arkadaşı Colin'in ne diyeceğini beklerken, çayından bir yudum daha aldı. Colin, Klaus'un onu sakince beklediğini görünce derin bir nefes alarak konuşmaya başladı.
"Seni hiçbir zaman öyle görmediğimi söylemek zorundayım. Bu bir kaç haftadır nedenini anlayamadığım bir ruh hali içerisindesin. Bu güne kadar, nedenini merak ettiğim konusunda açık vermediğimi düşünüyorum"  arkadaşına baktı ve devam etti.
"Eteğindeki taşları dökmen için bekledim ancak bunu yapmadın ve ben de üzerine gitmek istemedim. Fakat dostum..."  meraklı gözlerini Klaus'un yüzünde gezdirirken
"Derdinin ne olduğunu bilmek için can atıyorum. Yardım edebileceğim bir şeyse eğer, elimden gelenin fazlasını yapmaya hazırım" dedi sonunda.
Klaus Colin'in bu içten tavrı karşısında gözlerini kısıp, düşünceli bir ifadeyle uzaklara baktı.
Yardım edebileceği bir şey mi? Işte buna gülebilirdi Klaus. Yer yüzünde ona yardım edebilecek tek bir insan yoktu. Bunu, emin bir şekilde düşündü genç adam. Ona kendisinden başka, kimsenin yardımı dokunamazdı. Klaus derin bir nefes aldı ve arkadaşına baktı.
"Beni düşünmen, sevindirdi Colin. Ancak.."  bakışlarını yeniden uzaklara kitledi.
"Yardım edebileceğin bir konu olmadığına dair seni temin ederim"
***
   Tuzlu suyun ayaklarını ıslatmasına izin verirken, gözlerini kırpmadan soğuk suyun gel gitlerini izledi bir süre. Derin bir nefes alarak denizin kokusunu ve doğanın sağladıgı temiz havayı ciğerlerine doldurdu. Huzur buydu onun için, denizin karaya vurmasıyla çıkardığı sesten başka hiçbir sesin olmaması, huzurunu iki katına çıkarıyordu adeta. Kafasındaki her şeyi bu uçsuz bucaksız okyanusa fırlatmış, ruhunun suyun üzerinde uçmasına izin vermişti memnuniyetle.
Güzel bir gündü, Akdeniz sahillerinde geçirdiği üçüncü günüydü ve ömür boyu burada kalabileceğini düşündü. Yalnızlığın tadını iyice çıkarmak istiyordu genç adam. Küçücük bir olayla canını sıkmak, kafasını önemsiz şeylerle bulandırmak istemiyordu.
Önemsiz şeyler? Diye düşünmeden edemedi Klaus Salvatore. Önemsiz şeylerin arasına Rebekah'yı katmamak için derin bir arzu duydu.
Babama karşı dürüst olmayıp, uyduruktan bir açıkĺama yaparak Londra'dan kaçmama neden olan Rebekah düşüncesi, kesinlikle önemsiz şeyler arasına giremezdi. Rebekah yüzünden yapmaması gereken davranışlarda bulunmuş, bir içki ortamında hatrı sayılır bir ailenin oğluna saldırmış ve oradaki herkese karşı bir zorba edasıyla tehditler savurmuştu. Bu Londra'nın en saygın adamının oğluna, asla yakışmayacak bir durumdu ve babasını hayal kırıklığına uğratmaya yetmişti.  Bunları göz önünde bulunduracak olursa Klaus Salvatore, hiçbir şey Rebekah'dan önemli değildi artık.
Ne yazık ki... diye geçirdi aklından. Derin bir iç çekip kumsalda suyun ayaklarıyla uğraşmasına müsaade ederken yürümeye başladı ve
"Tanrı yardımcım olsun" dedi, dalgaların sesiyle çoktan karışıp yok olan bir fısıltıyla.
***
İngiltere-londra (Salvatore Malikhanesi)
 
   Lord Salvatore bir başına kocaman yemek masasında sessizce yemeğini yiyordu. Bu oğlu olmadan, yalnız bir vaziyette yediği üçüncü akşam yemeğiydi. Aslında bu duruma alışkın olmadığı söylenemezdi, zira oğlu sık sık seyahat ederdi ve uzun bir süre eve gelmediği olurdu. Ancak bu sefer anlamını çözemediği bir ayrılış olmuştu. Şu yaşına kadar her şeyden sakınmış ve korumuş olduğu oğlunu çok iyi tanıdığını düşünüyordu Lord Salvatore. Verdiği bu ani seyahat kararı, onu endişelendirmiyor değildi. Klaus, hiçbir zaman öyle bir davranışta bulunmamıştı. Tabii bunun öncesi de vardı. Yemek yemeyi bırakıp dirseklerini masaya dayayarak, çenesini birbirlerine birleştirmiş olduğu ellerine yasladı ve düşünmeye koyuldu.
Bir kaç haftadır nedenini çözemediği tavırlar sergiliyordu oğlu Klaus. Onu bugüne kadar öyle görmemişti Lord Salvatore.
Üzülüyordu... Ve oğlunun onunla paylaşmadığı şeylerin olduğunu fark edince, daha da kahroluyordu. Bu zamana kadar, birbirleriyle her şeyi paylaşabilecek kadar, kendini ona yakın hissettiremediği için kendini ayıpladı. Halbuki her zaman ona yakın olmak istemişti Lord Salvatore. Annesiz büyüyen bir çocuğa gösterebidiği kadar şefkat, sevgi, yakınlık gösterdiğini düşünüyordu. Babalık görevini en iyi şekilde yapabilmek adına, oldukça çaba sarf ettiği konusunda emindi.
Ancak bu son yaşanan olaylar, Lord Salvatore'u çelişkiye düşürmesine yetmişti.
Demek ki eksik bir şeyler var diye geçirdi aklından. İlk defa bir konu hakkında kendini yetersiz hissetti Lord. Bu onun için acı vericiydi. Bi kere daha, ölen eşinin yokluğunu en derinden hissederken oğlunun geçirdiği bu buhranla başa çıkabilmek için, ona hiç olmadığı kadar ihtiyaç duydu.
"Sana muhtacım Maria. Eğer beni bir yerlerden görebiliyorsan, bana bir çıkış yolu göster" diye mırıldandı gözlerini tavana sabitlemiş bir şekilde.
Ve masasında öylece oturup, çaresiz bir şekilde düşünerek tavanı izlemeye devam etti.

BEYAZ KALIN BİLEKLER (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin