Orada neler oluyor diye düşündü K Klaus şaşkınlıkla. Tanrı aşkına, Rebekah Lord Salvatore'a bir dans mı teklif etmişti? İnanılır gibi değildi. Gözlerini kısıp dans pistine ilerleyen babası ile Leydi Rebekah'ya baktı. Yüce Tanrım bu kadın yok mu... diye düşündü hayretle. Böyle bir hareketi öylesine yapmış olamazdı, altında mutlaka bir sebep yatıyordu, zira Rebekah zeki bir kadındı. Bir seyler planladığına dair, adı gibi emindi Klaus Salvatore. Başını çevirip elindeki brendi kadehine yönlendirecekken, bakışları salonun diğer tarafında Leydi Rebekah ve babasını seyreden bir kaç bekar erkeğe takılınca, bir şeylerin ters gittiğini anladı. Ve bir anda gülmeye başladı. Genç erkeklerin yüzlerindeki hayal kırıklığına bakılırsa işler istedikleri gibi ilerlememiş olmalıydı.
Yüce Tanrım bu kadın tam bir şeytan diye düşündü hala gülerken. Gözleri yeniden pistte dans eden Rebekah'ya kaydı ve düşünceler yeniden kafasında dört nala dönmeye başladı.
Ah Rebekah... Genç kadını hayranlıkla incelemeye devam etti. Onu sürekli şaşırtmaktan geri kalmıyordu. Zekasıyla, güzelliğiyle, küstahlığı ve saldırganlığıyla onu mahvediyordu. Ve en müthiş durum ise, Rebekah'yı deli gibi arzulamasına neden oluyordu.
Fark etti Klaus, Rebekah için çıldırdığını fark etti. Bu güzel kadının başka bir adamın hayalinde, kollarında, yatağında olacağı düşüncesinin yüreğini parçaladığını fark etti.
Ve en acı verici olan gerçeği şu ki elinden hiçbir şeyin gelmediğini fark etmesiydi. Doğrusunu söylemek gerekirse, Rebekah onu görmeye bile tahammül edemiyordu ve bu da ona hiçbir zaman hiçbir şekilde sahip olamayacağı anlamına geliyordu.
Bu içini asit gibi yakan acı gerçekle, bardağında kalan son brendi damlalarını kafasına dikti.
***
Birinci valse biterken Lord Salvatore genç kadını ailesinin yanına götürüyordu.
"Benim için çok keyifliydi Leydi Rebekah, sohbetiniz o kadar muhteşem ki insanı hayrete düşürüyorsunuz" dedi içten bir ifadeyle. Lord Salvatore'dan gelen bir tatlı iltifat karşısında Rebekah gülümsemeden edemedi.
"Teşekkür etmek isterim Lordum, beni mutlu ettiniz. Bu benim için de oldukça hoş bir durumdu." Yaşlı adam ciddiyetle yanındaki genç kadına baktı. Bir tarafta, ağır ağır salonun köşesinde duran William ailesine doğru ilerliyorlardı.
"Bir itirafta bulunmam gerekirse Rebekah, şu zaman kadar tanıdığım en zeki kadın olabilirsiniz. Bunun kanaatine vardım ve şunu söylememe izin verin.." Genç kadın koluna girdiği Lord Salvatore'un ne diyeceğini merak ederek ona baktı. Bunun üzerine Lord Salvatore konuşmaya devam etti.
"Büyük ihtimalle bildiğiniz ve kendi kafanızda belirdiğiniz bir yol var, düşüncelerinizi akıllıca beyan etmeniz, davranışlarınızdaki cesaret sizinle bir bütün oluşturmuş ve bu insanı şaşırtmakla kalmıyor, hayranlık bile uyandırıyor." Bir taraftan genç hanımla beraber, ailesinin olduğu tarafa yürümeye devam ediyorlardı.
"Sevgili Rebekah, size diyeceğim şey şu ki bildiğiniz yoldan asla sapmayın ve asla aptal bir erkeğin izdivacını kabul etmeyin, az çok tanımaya başladıysanız eğer, Londra'nın lüks yaşantısının içerisinde gözlerini para hırsı bürümüş insanların, ne kadar fazla olduğuna şahit olmuşsunuzdur." Sohbetin yoğunluğu nedeniyle, Lord Salvatore genc hanımı ailesinin yanına götürmek yerine, içeceklerin ve yemeklerin olduğu masaların yanına çekti ve konuşmaya devam etti. Genç Rebekah'da onu şaşkınlıkla ve dikkatle dinliyordu.
"Elbette ki bu konular hakkında yorum yapamam ancak, sizde parlayan ışık yolunuzu sürekli aydınlatan, ve ışığınızın körelmesi beni derinden üzer..."
Yaşlı adamın sarf ettiği sözler genç kadını bir hayli şaşırtmış ve mutlu etmişti. Bu nasıl bir mucizedir ki sonunda onu en doğru şekilde anlayan biri çıkmıştı. Rebekah sadece
"Lord Salvatore" diyebildi üzerindeki şaşkınlıkla gülümseyerek. Lord Salvatore ona göz kırptı ve
"Aramızda kalmasını ümit ediyorum" dedi. Rebekah karşısındaki yaşlı adamın elini avucuna alarak, tüm minnettarlığıyla
"Teşekkür ederim, çok teşekkür ederim" diye mırıldandı.
***
"Hadi bakalım herkes kurabiye alsın" diye cıvıldadı çocukların bulunduğu odada ayakta dikilirken.
"Charles kardeşini itekleyim durma!" Dedi azarlayıcı bir ses tonuyla. Ardından Mikeal'ı kucağına alıp masanın etrafına koyduğu sandalyelerden birine oturttu. Miusa eline aldığı kurabiyeyi yerken bir yandan diğer elindeki kitabı okumaya çalışıyordu. Daha yedi yaşındaydı ve okumayı yavaş yavaş çözüyordu.
Rebekah kurabiye tabağına uzanamayan Mikeal'ı görünce şefkatle gülümseyerek bir tane kurabiye alıp çocuğun eline tutuşturdu. Charles o sırada
"Reby" dedi. Rebekah ona baktı ve
"Evet hayatım" diye mırıldandı yumuşak bir ses tonuyla.
"Pastayı ne zaman kesecekleri hakkında bir fikrin var mı?" Diye sordu. Rebekah dizlerini yere sabitlemiş, Mikeal'a kurabiye yemesi konusunda yardım ediyordu.
"Hiçbir fikrim yok Charles" dedi. Miusa kafasını kitaptan kaldırıp
"Bence tüm misafirlerin evlerine dağılmasını bekleyeceklerinden eminim. En azından ben olsam öyle yapardım" diye mırıldandı bir fikir ortaya atarak. Rebekah ikinci kurabiyeyi küçük çocuğa yedirirken
"Evet zekice bir tahmin " dedi ve onu onayladı. Bunun üzerine Charles sıkılgan bir tavır sergiledi.
"Sanırım o kadar bekleyemeyeceğim" Miusa azarlayıcı bir tonla
"Durmadan bir şeyler yiyorsun Charles, biraz daha beklemende fayda var" deyince Rebekah Miusa'ya baktı. Tam bir abla gibi davranmaya başlamıştı bile. Bu oldukça hoş bir durumdu bu nedenle gülümsedi ve
"Ablanı haklı buluyorum hayatım" dedi. Bu arada Mikeal'ın artık yiyemeyeceğini anlayınca ayağa kalktı ve küçük çocuğun başından öptü.
"Evet uslu olmanız gerekiyor, ben tekrardan geleceğim tamam mı?"
Hepsine teker teker baktı Rebekah. Miusa bir hanımefendi edasıyla
"Sen merak etme Reby, onlara göz kulak olabilirim" deyince Rebekah gülümsedi.
"Ondan şüphem yok" eliyle hepsine öpücük yolladıktan sonra, oradan çıkmak üzere kapıya ilerledi.
Yeğenlerine bakarak kapıyı açtı ve kapının kolunu bırakana kadar, onlara bakmayı sürdürdü. Kapı tamamıyle kapandıktan sonra, arkasını döndü ve bir andan korkuyla yerinden sıçradı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZ KALIN BİLEKLER (TAMAMLANDI)
Historical Fiction"Seni istemiyorum, hiçbir zerreni istemiyorum !" Genç kadının ağzından çıkan her kelime bir iğne edasıyla bedenine saplanıyordu genç adamın, ancak her zamanki gibi sahte bir yüzle yarım ağız gülümsedi. "Seni küçük yalancı, beni ne kadar istediğini g...