Reveranstan sonra eli hala avucundayken, Rebekah'yı ailesinin yanına götürdü genç Salvatore. Neyse ki baba Salvatore hala oradaydı ve derin bir sohbet içerisindeydi.
Yanlarına yetişen Rebekah ile Klaus'u gören Lord Salvatore
"Sabır en büyük erdemdir" dedi gülerek. Lord William, karşısındaki saygın adamın bu lafını oğlu için sarf ettiğini fark edince gülmeden edemedi. O sırada Klaus şakacı bir tavırla
"Sıranın bana hiç gelmeyeceği konusunda ümitsizliğe kapılmıştım" dedi genc kadının elini nazikçe serbest bırakırken. Rebekah
"Eh ben de vicdanlı davranmak zorundaydım ve böylece Bay Salvatore'u üç sıra öne aldım" diye konuştu muzip bir tavırla gülümserken. Lord Salvatore şaşkınlıkla Lord William'a baktı. Lord William kızının bu cesareti ve zekasıyla garip bir şekilde gurur duyuyordu bu nedenle hala ona bakmakta olan Lord Salvatore'a dönüp omuz silkti.
Klaus Rebekah'nın bu iğneleyici lafına karşılık
"Ah şahsıma göre Leydim, bana bir teşekkür borçlusunuz zira sizi Lord Bennet'ın bitmek bilmeyen başarı hikâyelerinden kurtardığımı düşünüyorum" dedi keyifle. Leydi Rebekah bunu inkar edemezdi, zira Bay Bennet'ın dilinden kurtulabilmeyi dört gözle bekliyordu ve Klaus'un bir anda ortaya çıkması onun için büyük şanstı.
"Ah pek tabii öyle Lordum, size babamın önünde teşekkür etmek isterim" dedi ardından haylaz bir gülümseme yaydı yüzüne.
"Biliyorsunuz ki iyi bir terbiyeden geçmiş bir hanımefendiyim, bana karşı nazik olan herkese edebileceğim teşekkürlerim var."
Klaus genç kadının yaptığı ironiyle gözlerini kıstı.
"Ona ne şüphe" Bu arada yaşlı Lordlar onların birbirleriyle olan atışmalarını keyifle izlerken, Klaus ile Rebekah bir süre birbirlerine baktılar. Klaus Salvatore, bir kadının onunla sürekli kafa tutmasına alışık değildi, Rebekah'nın ona olan öfkesi, belki de nefreti Klaus'u şaşırtmıyordu elbette, hatta tüm bu tepkileri hakettiğini bile düşünüyordu, ancak bunu asla dile getirmeye niyeti yoktu, bu küstah kadına asla boyun eğmeyecekti, gurur denilen bir güç vardı ve bu güç onu ayakta tutan bir kaç şeyden biriydi. Klaus bu düşünceler arasında hızla toparlandı ve
"Tanıştığıma memnun oldum Leydi William, ancak artık gitmeliyim hoşça kalın" ardından Lord William'a dönerek
"Leydi Rebekah ile tanıştırılmaktan memnunum, oldukca keyifliydi. Yeniden görüşmek dileğiyle" dedi ve babasına bir bakış attıktan sonra arkasını dönerek oradan ayrıldı.
***
Bugün yaşanılanları aklından bir türlü atamıyordu Rebekah. Tanrı aşkına, ona yalan söylemişti. Kendini zavallı bir çiftçinin oğlu olarak tanıtmakta hiç bir çekince görmemişti. Bu hayret edilesiydi. Genç kadın da her zamanki saflığıyla Klaus'a inanmış, iyilik severliğiyle evine almıştı. Ve duygularıyla, inancıyla öylesine dalga geçmesine, onu aptal yerine koymasına izin vermişti.
Genç kadın kendini haklı çıkarma niyetinde değildi elbette zira o da yalana başvurmuştu ancak bir mecburiyet söz konusuydu. Geçmişinin kahredici izlerini bu yalanla perdelemeye çalışıyordu. Fakat Klaus Salvatore'un yalanlar üzerine yarattığı hayat öyküsü bir amaç uğruna yapılmıştı ve bu amaç bir genç kadının hayatını mahvetmeye yetmişti. Rebekah kahrolmuştu ve hala kahroluyordu. Genç kadının saf aşkını kullanmak ona göre çocuk oyuncağı sayılıyordu ki her şeyi basitçe yok sayabilmekte pek zorlanmamıştı. Rebekah bunu asla hakmemişti, bu acımasızcaydı ve bu aşağlık davranışı hiç bir zaman affetmeyecekti. Klaus Salvatore'a karşı duyduğu öldürücü aşka rağmen onu affetmemekte kararlıydı.
***
Brendiden kalan son damlayı kafasına dikti Klaus Salvatore.
Bu kadın nereden çıktı? Tanrı aşkına hayatı boyunca tahmin bile edemeyeceği bir durumla burun burunaydı. Bu aptal basit aşk romanlarında bile böyle bir konu ele alınmamıştı her halde. Kaderin ne çeşit bir oyunuydu bu? Rebekah bir taşra kızıydı, orada kalması gerekiyordu. Yüce Tanrım onu öyle tanımıştı, annesi ve babasını kaybettikten sonra dadısının yetiştirilmesiyle büyüyen bir taşra kızı ! Bu nasıl olabilirdi? Aklı hala almıyordu.
İçkisinden bir kadeh daha doldurduktan sonra kendini loş ışıkta tekli koltuğa attı.
"Bu inanılmaz" diye fısıldadı boşluğa doğru. Ona inanılmaz gelen durum sadece Rebekah'nın şaşırtıcı bir şekilde ortaya çıkışı değildi elbette. Ona daha da şaşırtıcı gelen şey Rebekah'yı gördüğü andan beri, onu ilk günki gibi arzuluyor olmasıydı. Rebekah onun Rebekah'sıydı; Aynı güzellik, aynı koku, aynı ten rengi, aynı zarafet... Ancak onu mahveden başka bir şey daha vardı,yaralı bir kalbin getirdiği saldırganlık. Klaus'a en doğal hakkıyla öfkeliydi, Ah belki de Klaus'tan nefret bile ediyordu. Genç adam bunu düşününce rahatsız olduğunu hissetti. Rebekah onu en saf haliyle sevmişti. En savunmasız, en şefkatli haliyle değer veriyordu. Nasıl olur da Klaus'tan nefret edebilirdi ki? Genç adam bunu kabul edemezdi.
Rebekah'nın ondan nefret etme fikri garip bir şekilde canını sıkıyordu. Gözlerini kıstı Klaus Salvatore. Bugün o aptal baloda, Bennet denilen ahmak adama gülümseyip duran Rebekah'yı aklına getirdi. İçini kemirip duran kıskançlıkla, aylar öncesine kadar Rebekah bana daha da güzel gülümsüyordu, aşkla bakıyordu şefkatle dokunuyordu diye düşündü. Ya şimdi? Tanrı aşkına Rebekah'nın ona olan kin dolu bakışlarını düşününce sessizce lanet okudu. İçine yerleşen bu kıskançlık oldukça gereksizdi ona göre. Bunu düşünerek kendini yatıştırmaya çalışıyordu. Rebekah William umurunda olmamalıydı, o sadece küstah bir taşra kızıydı. Her şey tamamen geçmişte kaldı, yaşanıp bitmiş olaylar için kendini yorması oldukça anlamsız değil miydi zaten? Hem genç adamın gözlemlerine bakılırsa, Rebekah halinden oldukça memnun görünüyordu, olanları unutmuş keyfine bakmaktan geri kalmıyordu. Onunla dans eden erkeklere gülücükler sunmak, ona eğlenceli gelmişti belli ki. Neyse ne diye düşündü Klaus, herkes kendi hayatına bakarsa hal olmayacak şey yoktur.
Bunları düşünürken elindeki kadehi komidine bıraktı ve uyumak için odasına çıkmak üzere ayağa kalktı. Merdivenlere ilerlerken
"Seni şişko taşra kızı" diye mırıldandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZ KALIN BİLEKLER (TAMAMLANDI)
Historical Fiction"Seni istemiyorum, hiçbir zerreni istemiyorum !" Genç kadının ağzından çıkan her kelime bir iğne edasıyla bedenine saplanıyordu genç adamın, ancak her zamanki gibi sahte bir yüzle yarım ağız gülümsedi. "Seni küçük yalancı, beni ne kadar istediğini g...