*Sevgili okuyucular, bu bölümü yazarken ister istemez heyecanlandım. Sizin de heyecanlanarak okumanızı canı gönülden isterim.
Keyifli okumalar dilerim...*
-Little Blair.Aradan iki gün geçmişti ve Rebekah sözünde pek tabii durmuştu. Her gün 10 dakikalık bir ziyaret ve ayak üstü gerçekleşen sohbetten sonra, yanından ayrılıyordu. Ama buna artık dayanamıyor gibi hissetmeye başlamıştı bile. Onunla geceler boyu konuşmak, manalı manalı bakışmayı arzuluyordu.
Klaus'un o kapıdan çıkıp gitmeye karar vermesi için çok erken değil miydi?
Bir hafta süren bir zaman diliminde, daha doğrusu iki gün öncesine kadar kendini harika hissediyordu Rebekah. Sanki her hücresi yeniden doğuyor gibiydi.
Yeni yeni hisler keşfediyordu ve bu dayanılmaz bir şekilde hoş geliyordu ona.
Biliyordu Rebekah, bunu her yerinde hissedebildiği için biliyordu. Klaus Salvatore ona iyi geliyordu. Onu heyecanlandırıyor, gülümsetiyor ve bazen düşündürüyordu. Her şeyi ona düşündürüyordu.
Bu iki geceyi yanına geçiremediği için ruh halinin pek de iyi olmadığı, aşikardı. Onun yanında olmayı deli gibi isterken, odasında öylece uykuya dalmayı beklemek tam bir işkenceydi. Bu dört duvar arasında, beyninin her tarafında Klaus Salvatore'un hayali yankılanırken içi içini kemiriyordu ve Rebekah bu durumdan oldukça sıkılmıştı.
Yatağında sağ tarafına doğru dönüp duvara baktı. Bir şeye ihtiyacı olup olmadığını bilmem gerek. Aklından geçirdiği bu düşünceyi, gözlerini sıkıca kapatarak atmaya çalıştı. Uyumaya çalış.
Nafileydi, uyuyamayacağını elbette ki biliyordu. Hızla diğer tarafına döndü Rebekah. Belki de bir bardak su içmek istiyordur. Hayır! Ah bu oldukça iradesizceydi.
Rebekah her şeyi bir kenara atarak, nihayet yerinden doğurulmaya karar verdi. Düşünüp kendimi yormama gerek yok, gidip kendi gözlerimle göreceğim onu. Diye düşündü, ellerini yatağa sabitlemiş, dik durmaya çalışırken. Ardından fikrinin eminliği konusunda kendine güvence vererek, yatağından indi ve odadan çıkmak üzere kapıya doğru yürümeye başladı.
***
Verdiği o iki günlük sürenin geçmesiyle beraber Klaus hala köşkteydi. Bayan Penelope her zamanki ısrarcılığıyla, Klaus'un köşkte kalmasını sağlayabiliyordu ve bu sinir bozucuydu.
Klaus yer yatağında rahatsızca doğruldu.
Rebekah sözünü tutmuştu. Klaus bunu düşünürken gözlerini kıstı. Genç kadının bu davranışı onun canını sıkmaya yetiyordu. Bu lanet olası yatakta, her an delirebilecegi konusunda endişeliydi. En azından Rebekah'nın yanında olduğu zamanlar, gayet çekilebilir bir hale geliyordu.
Tanrım, Rebekah seni inatçı, mağrur ve cesur güzel kadın ...diye düşündü. Şu an genç kadını, o lanet olası yatak odasında ele geçirip, onunla sabaha kadar sevişmek istiyordu. Bu dayanılmaz bir arzuydu ve düşüncesi bile Klaus'un sertleşmesine neden olmuştu.
İçinde bulunduğu bu durum sebebiyle, gözlerini bıkkınlıkla devirip tavana doğru çevirdi. Böyle olmamalıydı, bu köşkte artık duramazdı. Bu iskencenin son bulması için, bu köşkten ayrılması gerekiyordu.
Bir anlığına düşündü genç adam; belki de şu anda gitmeliydi, hemen şimdi. Herkes derin bir uykudayken sessizce çıkabilirdi bu evden.
Kendinden emin bir şekilde düşüncelerini bir kenara atıp yerinden kalkmak için hazırlandı. Yaralı olmasına rağmen güçlü bir adamdı Klaus Salvatore. Yerinden sonunda kalkıp, elini yarasının üzerine koyarak ağır adımlarla kapıya doğru yürüdü.
Evine dönecekti, babasının yanına. Kim bilir nasıl merak ediyordur kendisini. Aslını söylemek gerekirse, Klaus'un sürekli seyahat etmesine alışmıştı babası, bu yönden oldukca rahattı genç adam.
Beyninde dolanan bu düşüncelerle beraber, kapıya doğru yürümeye devam ediyordu ki tanıdık yumuşak bir sesin onun adını söylemesiyle, yerinde donakaldı.
"Bay Salvatore" başını çevirip, onu suç üstü yakalayan Rebekah'ya doğru baktı. Genç kadın konuşmaya devam etti.
"Siz öyle her şeyden kaçar mısınız?"
Sesindeki suçlayıcı ton genç adamın kaşlarını çatmasına sebep oldu.
"Leydi Rebekah" dedi uyarıcı bir ses tonuyla. Eli hala yarasının üzerindeydi ama her şeye rağmen uzun ve cüsseli bedeniyle dimdik duruyordu.
Rebekah titredigini hissetti. Onun bu heybetli hali, kalbini acıtmıştı adeta.
Ona doğru yürüdü
"Sizi yeniden durdurduğum için, bana ne kadar öfkeli olduğunuzu tahmin edebiliyorum. Eh sizi de anlamaya çalışıyorum, o biricik gururunuzu düşünüyorsunuz"
Klaus ona doğru döndü , tehditkar bir tavır sergileyerek
"Lütfen leydim sizi kırmak istemiyorum, laflarınıza dikkat etmenizi rica ediyorum" dedi.
Rebekah tüm cesaretiyle genç adamın önünde durdu. Yüzüne iyice bakabilmek için, kafasını kaldırmak zorunda kalmıştı. Kollarını göğsünde kavuşturan genç kadın, derin mavi gözlerini kıstı ona bakarken.
"Beni, geçen gün ettiğiniz lafla yeterince kırdığınızı düşünüyorum bayım"
Klaus Salvatore, Leydi Rebekah'yı bu denli üzen lafı hatırlayınca, yüzü yumuşarken
"Bakın leydim, o lafımı tamamen yanlış anladınız-" sözünü tamamlamasına izin vermeyen Rebekah
"Beni basit bir taşra kızı olarak görüyorsunuz, adınızın benimle duyulması, gururunuzun zedelenmesine sebebiyet vereceğini düşünüyorsunuz"
Kavuşturduğu kollarını serbest bıraktı, nazik çenesini havaya kaldırarak mağrur bir tavır sergiledi.
"Fakat yanılıyorsunuz Bay Salvatore ben bildiğiniz taşra kızlarından değilim" diyerek devam etti konuşmasına.
Claus Salvatore önünde duran, bu gururlu genç kadına baktı. Ne diyeceğini bilemiyordu. Kaşları istemsizce çatılmıştı.
"Leydi Rebekah.." dedi yavaşça. Yapacak bir açıklama bulamıyordu, tıkanmıştı adeta. Bu genç kadın ile ne yapacağını kestiremiyordu.
"Açıklama yapmanıza gerek duymuyorum. Bu nedenle gitmeyi istiyorsanız, gidin artık. Israr etmeyeceğim. " dedi kesin bir ses tonuyla.
Bu sözleriyle insanı çılgına çeviren kadının, Klaus'un gitmek istemesi hakkında tek bir şey bildiği yoktu. Genç adam da bunu düşünürken öfkesini belli ederek
"Sizin bildiğiniz bir şey yok Leydi Rebekah" dedi. Ona bir adım daha yaklaştı.
"Neden gitmek istediğime dair, en ufak bir fikriniz bile yok" diye tısladı.
Rebekah genç adamın aniden değişen ruh hali nedeniyle korkuyla irkildi, ama karşısında gardını düşürmemek için kendini topladı ve sert olan ses tonunu korudu.
Alaycı bir tavra bürünerek
"sahi neden gitmek için o kadar can atıyorsunuz Bay Salvatore" dedi
Klaus Salvatore, genç kadının bu küstahlığına karşı acımasız bir gülüş takındı ve
" size neden gitmek istediğimi göstermemi ne kadar isterseniz bilemiyorum" dedi.
Rebekah bu lafın altında yatan imayı anlayamadığı için, kaşlarını çattı. Konuşmak üzere ağzını açacakken, genç adam ani bir hareketle Rebekah'nın belini kavrayarak bedenine doğru çekti.
Yüce Tanrım! Diye düşündü heyecanla Rebekah, affallamış bir şekilde, genç adamın kollarındaydı.
Dizlerinin bağı çözülecekmiş gibi hissetti ve yaşadığı duygu yoğunluğu nedeniyle akşam yemeğini buraya bırakacağını düşündü. Genç adam delici mavi gözleriyle genç kadının dudaklarına bakıyordu.
"İşte bu yüzden" diyerek ve daha fazla dayanamayarak, kollarındaki savunmasız güzelin tatlı dudaklarına bastırdı dudaklarını.
Bayılıp düşeceğinden korkuyordu Rebekah, kollarını sıkıca genç adamın boynuna doladı. Yavaş bir ritimle ilerleyen dudaklarının birbirleriyle olan dansı, hızlanmaya başlıyordu sanki. Genç adam kollarındaki guzeli iyice içine almak ister gibi, belini sıktı ve kendine bastırdı.
Tanrım dudakları... Bir gül goncası gibi güzel ve tatlı dudaklarına doyamıyordu. Onu şu anda bırakması gerekiyordu ama bu ona imkansız geliyordu. Dudaklarını onun dudaklarından ayırırsa, ölebileceğini hissetti.
Genç kadın Klaus'u şaşırtarak ve çıldırtarak, kendini iyice genç adamın erkekliğine bastırdı. Klaus Rebekah'nın bu hareketiyle irkildi ve ellerini aç bir kurt misali, genç kadının kalçalarına indirerek onları var gücüyle sıktı, bir yandan onu deli gibi öpüyordu.
Genç kadının boğazından gelen tatlı inilti karşısında dudaklarını çekerek, yanağını onun yumuşak ve beyaz yanağına sürttü.
"Ah Rebekah.." diye tısladı kulağına nefes nefese.
" seni deli gibi istiyorum Rebekah" Rebekah tekrardan en içten şekilde inleyip dudaklarını genç adamın yanağında gezdirdi.
" Beni çıldırtıyorsun Rebekah " Klaus yüzünü Rebekah'nın boynuna gömerken, genç kadın
"Klaus ..." diye iç geçirdi kafasını arkaya atarken. Klaus çok açtı, bir haftadır Rebekah'nın tatlı süt beyazı tenine karşı çok açtı. Elleri genç kadının kalçasında sertçe gezinirken, dudakları geceliğinden cesurca taşan göğüslerine indi.
"Tanrım! Rebekah beni öldürüyorsun" dedi dudakları genç kadının teninde gezerken.
Bir anda yaralı olduğunu umursamadan yüzü hala tenindeyken, Rebekah'nın belinden kavrayarak ayaklarını yerden kesti ve onu yer yatağına taşıdı.
Rebekah daha fazlasını istiyordu, cok daha fazlasını... çok daha iyi hissetmek istiyordu . Genç adamın dudaklarının teninde gezmesi onu mahvediyordu. Vücudu baştan aşağa titriyordu zevkten ve bu dayanılmazdı.
Genç adam onu yatağa koydu nazikçe, üzerine doğru abanarak boynundan, çıplak omuzlarından, geceliğinden taşan göğüslerinden öptü açgözlülükle. Onun için çıldırıyordu, altında zevkten deliren kadın için çıldırıyordu. Klaus artık dayanamıyordu ve geceliğini omuzlarından düşürüp, tapılası süt beyazı göğüslerini sonunda gözleri için kendine sundu. Rebekah
"Ah Klaus, dudaklarını tenimde istiyorum" diye mırıldandı titrek çıkan bir sesle.
Klaus büyük bir açlıkla Rebekah'nın tek göğsünü kavrarken, diğer göğsünün ucunu ağzına almıştı bile.
Rebekah Klaus'un bu hareketiyle, ağzından küçük bir çığlık kaçırdı.
Yüce Tanrım ona ne yapıyordu öyle? Bu inanılmaz bir duyguydu..
Rebekah'nın hevesli inlemeleri arttıkça ereksiyonu buna bir son verip, artık içine geçmesi konusunda uyarı veriyordu sertliğiyle.
Geceliğini daha da indirirken bir eli hala genç kadının dolgun gögüslerinden birindeydi ama dudakları göbeğine kadar inmişti bile.
"Ah..." diye inledi yeniden Rebekah kıvranırken. Klaus sonunda geceliği tamamen indirip, o yüce tepeciği gördü.
Bu bir tapınaktı onun icin ve bütün açlığıyla ona gereken şekilde tapınacaktı.
Hızla doğrulup gömlegini çıkardı. pantolonunu çıkarırken Rebekah, bedenini öylece terk eden baştan çıkarıcı dokunuşları açtığı gözleriyle ararken , hayak kırıklığına uğramak üzereydi.
Ta ki yakışıklı kurtarıcısı tüm çıplaklığıyla, ayaklarının önünde dizlerinin üzerine çökene kadar.
Rebekah heyecanla genç adamın ona yapacaklarını bekledi. Klaus yerde yatan ateş parçasının onu heyecanla ve hevesle beklediğini görünce ona doğru uzandı ve parmaklarını genç kadının diri kadınlığından içeriye doğru geçirmeye başladı.
Ve Rebekah o an kalbinin duracağını hissetti. Klaus elini hala tapılası tepeciğin içinde gezdirirken, genç kadının zevkten çıkaracağı en ufak çığlığı önlemek için, ona doğru daha da abanıp dudaklarını dudaklarına bastırdı.
Rebekah sıcacık ve ıslaktı ve Tanrı şahidi olsun ki Klaus'un buna dayanacak gücü kalmamıştı. Her şeyiyle onu hissetmek istiyordu. İçinde gidip gelmek, zevkten ölmek istiyordu ve bunu yapacaktı.
Onu hala öperken elini çekerek yerden iki eliyle de destek almaya başladı. Genç kadının her şeye hazır olan bedenini iki bacağı arasına almıştı bile.
Pozisyonunu en usta şekilde aldıktan sonra küçük bir hırıltıyla erkekliğini Rebekah'nın kadınlığına sürtmeye başlayınca, Rebekah kıvrandıkça kıvrandı ve daha fazla inledi. Klaus genç kadını öperken, bir yandan ağırdan almaya çalışıyordu bu ne kadar dayanılmaz olsa da. Sonuçta o bir bakireydi ve canını acıtmak istemiyordu. Yavaşça içine girmeye başladı ve Rebekah yaşadığı duygu yoğunluğu nedeniyle bayılacağını sandı. Tanrım bu nasıl bir zevk! Biraz daha... biraz daha... çok fazla daha istiyordu... Rebekah çıldırmak üzereydi ve istiyordu. Ve Klaus gidip gelmelerini hızlandırmıştı bile. Boğazından gelen yoğun hırıltıyla devam ediyordu. Her şey daha yoğundu, Klaus hızlandıkça Rebekah inliyor, kendini ona doğru itiyordu. Klaus başını kaldırıp tavana baktı.
"Tanrım! Rebekah seni istiyorum. İstiyorum" Rebekah'ya yaptığı her darbede "istiyorum !" Diye mırıldanıyordu hararetle. Rebekah bu kadar yoğun bir zevke daha fazla dayanamayıp, sarsılarak orgazm olmaya başlarken, onun doyuma ulaştığını hisseden Klaus, hala titreyen Rebekah'ya baktı ve gidip gelmeye devam etti
"Rebekah ... Rebekah" ah bu zevk. Yüce Tanrım.
"Geliyorum! Çekil üzerinden Klaus" diye kendini hararetle uyarırken kasılmaya başladığı an kendini üzerinden çekip yere bıraktı ve bir hafta boyunca yaşadığı açlığını dindirmiş bir sekilde tavanı izledi nefes nefese...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZ KALIN BİLEKLER (TAMAMLANDI)
Historická literatura"Seni istemiyorum, hiçbir zerreni istemiyorum !" Genç kadının ağzından çıkan her kelime bir iğne edasıyla bedenine saplanıyordu genç adamın, ancak her zamanki gibi sahte bir yüzle yarım ağız gülümsedi. "Seni küçük yalancı, beni ne kadar istediğini g...