~41.Bölüm~

7.1K 473 19
                                    

   Yoculuğun altıncı günüydü. Klaus Salvatore, kasabaya yetişmenin verdiği heyecanla başını kaldırıp gözlerini göğün griliğine dikti. Aylar geçmesiyle,  kasaba yeniden sonbaharın bitişini yaşıyordu. Sol taraftan gelen serin bir rüzgarla ürperdikten sonra, başını indirip paltosuna iyice sarıldı genç adam.
Rebekah'nın yaşadığı yerden sadece yarım saat uzaklıkta bir han keşfetmişti. Bu geceyi burada geçirmeyi planlıyordu.
Düşündü genç adam;
Rebekah ile yeniden aynı gökyüzüne bakmanın verdiği hazzı, beraber aynı havayı solumanın getirdiği mutluluğu düşündü. Her şekilde onu aklına getirmek, bir amacının olduğunu, kendini; sanki aşkı için koşulları ne kadar zorlu olsa da, savaşmaya hazır bir şövalye gibi hissetmesine sebep oluyordu. İçinde bulunduğu bu vaziyet, onu hiç olmadığı kadar cesur kılıyordu ve bunun için Rebekah'ya bir teşekkür borçluydu. Ah elbette ki sade bir teşekkür değildi, Leydi Rebekah'ya tüm hayatı boyunca sunmaya hazırlandığı sevgiyi, tutkuyu ve saygıyı borçluydu.
Onu tüm kalbiyle sevmeye hazırdı Klaus, geceleri onu şefkatli dokunuşlarla uyutup, sabahları şiirlerle uyandırmaya niyetli bir şekilde hazırdı...
Paltosuna sarınmışken, son kez gri göğe bakıp gülümsedi ve
"Beni bekle.."  diye fısıldadı. Ardından  kiraladığı odasına geçmek üzere hana doğru ilerledi.

***
"Rebekah bir mektubun var"  Rebekah Penelope'nin aşağıdan gelen sesiyle aynada kendine bakmayı bırakıp odasından çıkmak üzere kapıya ilerledi. Bir mektup? Bu mektup büyük ihtimalle Londra'dan geliyor olmalıydı. Merdivenleri inerken bunları düşündü genç kadın. Hızlı adımlarla salona vardığında, Penelope'nin ona uzattığı mektubu eline aldı. Saman kağıdından yapma zarfın arkasına bakınca gülümsedi; kız kardeşlerinden gelmişti. Büyük bir hevesle zarfı açtı. Ve yağan yağmuru işitmek adına, cam kenarına koyduğu koltuğa yerleşti.
Kardeşlerinin dile getirdiği satırları okumaya başladı.
Sevgili Rebekah
Gidişinden bu yana Londra bir çöl kadar ıssız, babamızın evine getirdiği neşeden eser yok. Senin yokluğun her şekilde hissediliyor canım...
Seni merak ediyoruz neler yapıyorsun? Orada keyfin nasıl? Gerçekten mutlu musun? Senin orada mutlu olmanı dilemekten başka yapabileceğimiz bir şey yok tatlı kardeşimiz...
Bizi soracak olursan biz iyiyiz, seni özlemek dışında elbette. Liza'nın karnı gün geçtikçe büyüyor ve bu onu daha da hassas yapıyor. Muhabbet ortamında senin bahsin geçince, salya sümük ağlamaya başlıyor. Bunu hamileliğine veriyoruz... Sophie'nin tatlı kızı, senin yokluğunu en derinden hissedenlerden biri biliyorsun ki sana epey alıştı...
Tatlı Rebekah, mektubu burada sonlandırmamız gerekiyor. Hepimiz senin güzel yüzünden öpüyoruz, bizi ziyaret etme gibi bir fırsat eline geçerse şayet, bunu dört gözle bekliyor olacağız...
Tanrı her daim seninle olsun
                            Caroline, Sophie, Lizy

Mektubun son satırlarını okurken, yanağından usulca akan yaşı parmağının ucuyla hafifçe sildi.
Tatlı kardeşlerim....
Elindeki saman kağıdını güzelce katladıktan sonra, zarfa koydu ve pencereden dışarı yağmurlu havaya doğru baktı.
"Ah.. garip bir durum" diye mırıldanırken, yağmur tüm hızıyla ağaçların yapraklarını ıslatmaya devam etti.

***
Sabahın altısıydı ve Klaus yattığı yerden doğrulmak için gözlerini açmıştı bile. Bugün onun için hiç olmadığı kadar değerliydi ve akşama kadar vakti vardı. Gününü iyi değerlendirmek niyetindeydi zira oldukça sabırsızlanıyordu ve bu tavrı Rebekah'yı görmek için akşamı bekleyemeyeceğinin belirtisi olabilirdi.
Yattığı yerden doğrulduktan sonra, gerindi ve ayaklarını yataktan aşağı indirdi. Güzel bir banyodan sonra, karnını doyurmak için aşağı inecek ve kapalı havanın getirdiği soğukluğun tadını çıkartırken, Rebekah'nın o tatlı gülümsemesini hayal edip içinin sıcacık oluşuna şahitlik edecekti. Ve bu onun mutlu olmasına yeterli olacaktı.
Sonunda yataktan inip odasından çıkmak üzere kapısını actı. Şu anda kaldığı yer oldukça temiz ve sakindi. Ve odasının penceresinden uzanan manzara, konakladığı yere daha da bir albeni kazandırıyordu. Londra'nın karışık yaşantısından bunalınca, bir yerlere kaçmak istediği zaman burası ideal bir yer olabilirdi. Bibury kasabası dışında bu yer Rebekah'nın ilgisini neden çektiği anlaşılabiliyordu; burası doğaldı, havası temiz, etrafı sakin ve huzur vericiydi.
Kahvaltısını etmek için aşağı indiğinde, pencerenin kenarında duran masada oturdu ve düşünmeye devam etti. Belki de Rebekah'yı buradan ayırmamalıydı, evlendikleri vakit Londra yerine burada bir arazi satın alabilir ve ona istediği şekilde bir ev yaptırabilirdi. Sadece ikisinin yaşayacağı büyük bir ev ve ilerde doğacak cocuklarının diledikleri gibi koşuşturabilmeleri için kocaman bir bahçesi olabilirdi. Her şey Rebekah'nın istediği gibi olacaktı. O ne arzu ederse, o gerçekleşecekti. Bunu planlıyordu Klaus, sırf her gün her saat, her gece onun yanında kalabilmesi için Rebekah'yı mutlu etmeye çoktan hazırdı.
Genç adam kafasındakilerle manzarayı seyre dalmışken, önüne kahvaltısının servis edilmesiyle başını yemeğine çevirdi.  Yemeğini yemeye hazırlanırken, istediği tek bir şey vardı o da;
Zamanın hiç olmadığı kadar hızlı akmasıydı.

***
   "Günaydın hayatım" 
"Günaydın dadıcığım"  mutfakta elindeki bez parçasıyla taş  fırında pişirdiği kurabiye tepsisini çıkarıp, tezgahın üzerine koydu. Rebekah bugün gayet neşeliydi, bu nedenle uyandığı gibi kendini mutfağa atmıştı. Uyanıp mutfakta dolanırken henüz yeni uyanan Rose bile onu görünce şaşırmıştı ve tepkisini gören Rebekah kahkahalarla gülmüştü ona.
Penelope, Rebekah'nın fırından yeni çıkardığı tepsiden kurabiyeleri alıp, tabağa yerleştirilişini izlerken
"Bugün oldukça neşelisin" dedi memnuniyetle. Rebekah başını kaldırıp, kocaman gülümsemesiyle dadısına baktı.
"Evet bugün iyi hissediyorum, moralimi hiçbir şey bozamaz"  Penelope gülümserken elini tepsiye uzatıp sıcak bir kurabiyeyi eline aldı ve
"Buna sevindim zira üst katta bir  fare gördüğüme yemin edebilirim" deyince Rebekah başını hızla çevirip dadısına baktı.
"Buna inanamıyorum!" Penelope ağzında çiğnediği kurabiyeyi yuttuktan sonra Rose'a bakıp
"Bir bardak süt alabilir miyim Rose" dedikten sonra genç kadına doğru döndü.
"Hayatım, üzgünüm ancak sana bir fare gördüğümü söylüyorum" Rebekah elindeki tabağı tezgaha bırakıp kaşlarını çattı.
"Bu korkunç! Belki de benim odamda da vardır şu yaratıklardan"  Penelope arkasını dönüp mutfaktan çıkmak üzere kapıya yürürken
"Tony'i kasabaya yollamam gerek, fare zehri işe yarayacaktır"  Dadısının sarfettiği bu lafla beraber yarım bıraktığı işi devam ettirdi.
"Umarım yarar zira o odada artık yatmayabilirim" Ağzından dökülen bu laftan sonra ürpererek yüzünü buruşturdu.
Pis yaratıklar!

   Sevgili dostlarım, son bölüme gittikçe yaklaşmaktayız bu nedenle oldukça heyecanlıyım... Ve oylarınızı esirgemediğiniz için size minnettarım, lütfen yorum yapmayı unutmayın zira aklınızdan geçenleri burada görmek beni mutlu ediyor. Parlak bir hayal gücüyle iyi okumalar, dilerim :')

 

BEYAZ KALIN BİLEKLER (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin