İngiltere-Londra
Rebekah ertesi gün, çoktan hazırlanmış William malikhanesinin önünde başkahyası eşliğinde şoförün bavulları araca götürüşünü izliyordu. Mektubu babası iş seyatinden döndüğü zaman ona teslim etmek üzere kahyaya teslim etmişti bile.
"Kız kardeşlerimin de bu konudan haberdar olmasını istiyorum John, beni merak edip endişelenmelerine gerek yok"
Başkahya, hanımının sakince ettiği bu talimat karşısında başıyla onu onayladı. Rebekah şoförün hazır olduğunu görünce kahyaya döndü ve
"Babam burada olmadığı sürece malikhaneyi sana emanet ediyorum. Evin sorumluluğu senin üzerinde" diye bir açıklama yaptı. Baş kahya tüm saygısıyla
"Nasıl arzu ediyorsanız leydim" deyince genç kadın başıyla kısa bir selam verdikten sonra
"Hoşça kal John, Lord William dönünce mektubu hiç gecikmeden ona teslim et lütfen" dedi.
"Endişe etmeyiniz Leydim, dediğiniz her şeyi uygulayacağımdan emin olabilirsiniz iyi yolculuklar.."
Vedalaştıktan sonra, Rebekah şoförün yardımıyla araca bindi. Penelope'nin bulunduğu durum nedeniyle üzülüyor olmasına rağmen oldukça heyecanlıydı. Zira bu heyecan, ait olduğu yere dönüyor olmanın getirdiği bir heyecan olmalıydı ve buna çokça memnundu Rebekah.Bir hafta sonra - Bibury Kasabası
Aradan geçen bir haftanın ardından Rebekah'nın Burbiry Kasaba'sındaki köşkünde geçirdiği üçüncü günüydü ve ciddi anlamda burayı ne kadar özlediğini fark edebiliyordu.
Sabahın dokuzuydu ve Rebekah yatağında kahvaltı eden Penelope'yi seyrediyordu. Köşke vardığında Penelope kendine gelmeye başlamıştı bile. Buna oldukça sevinmişti Rebekah.
"Bugün nasılsın?" Penelope çayını içtikten sonra fincanını kahvaltı tepsisine bıraktı.
"Gayet iyiyim hayatım, gelmeni gerektirecek kadar kötü bir durumda değildim... Ah Rose her zaman fazla edişelidir." Bir yandan gülümsüyordu. Rebekah hiç de pişman olmayan bir tavırla
"Buraya yeniden döndüğüm için oldukça mutluyum, senin daha iyi olduğunu gördüğüm için daha da mutluyum" Penelope genç kadının elini tuttu, ona doğru uzanarak
"Ben de seni gördüğüme çok sevindim hayatım" Rebekah memnuniyetle ona uzanan Penelope'nin elini tuttu.
"Artık yanındayım Penelope" Penelope işittiği laf karşısında genç kadının ne demek istediğini anlamayarak kaşlarını çattı.
"Ne demek istiyorsun Rebekah?" Rebekah yüzüne tatlı bir gülümseme yerleştirerek
"Eskisi gibi dadıcığım, yeniden beraber olacağız, eskisi gibi" dedi. Penelope
"Ama nasıl olur bu?"
"Öyle istiyorum Penelope"
"Rebekah, ani kararlar verebilecek bir konumda değilsin artık, baban tarafından yeniden kabul edilmiş bir hanımefendisin" Rebekah dadısının ona hatırlattığı acı gerçekle yüzyüzeydi. Ancak hiçbir şeyin umurunda olmadığına karar verirken derin bir nefes aldı.
"Babama bir mektum yazdım. Ona Londra'ya alışamadığımı ve yaşantısıyla tatmin olamadığımı izah ederek, eskisi gibi Bibury kasabasında kalmak istediğimi dile getirdim" Penelope genç kadının gösterdiği bu cesaretle şaşkına uğradı. Ne diyeceğini bilemiyordu, Rebekah'nın yaptığı bu şey babasını çok üzecekti, buna adı gibi emindi yaşlı kadın. Babasının duygularını önemsememesi de, ayrı bir şaşkınlığa neden olmuştu Penelope'de. Doğrusunu söylemek gerekirse, Rebekah'nın öyle bir davranışta bulunmasını beklemiyordu. Sonunda konuşabilmişti dadı Penelope
"Rebekah, hayatim.. Ne yaptın sen öyle. Bu sergilediğin davranışla babanı ne denli üzeceğini düşünemedin mi?"
Aslını söylemek gerekirse, biraz şaşırmıştı genç kadın dadısının böyle bir tavır takınmasına. Zira ilk defa bir konuda onu anlayamıyordu dadısı. Üzerine çöken alınganlıkla
"Beni şaşırttın Penelope, beni anlayacağını düşünmüştüm" diye mırıldandı. Penelope içindeki tüm şefkatiyle genç kadının elini sıktı.
"Benim güzeller güzeli bebeğim, seni anlamadığımı nasıl düşünürsün? Söylemek istediğim şu ki; babana yeniden bir şans tanımışken, onu öylece yarı yolda bırakman yargısız infaz niteliğinde değil mi?" dadısının ağzından çıkan her laf Rebekah'nın kalbine bir ilmik geçiriyordu adeta. Çoğunlukla haklı oluşu, genç kadının hayal kırıklığına uğramasına yetmişti. Kendini haklı çıkarmak adına konuşmasının bir gereği yoktu. Rebekah kararını kesin bir şekilde vermişti zira mutlu olmayı hakettiği konusunda ısrarcıydı genç kadın.
"Bu konuyu konuşmamıza gerek kalmadığını düşünüyorum. Ben kararımı verdim Penelope" Penelope, küçüklüğünden beri koruyup kolladığı, bir evlatmışçasına bağrına bastığı Rebekah'nın yeniden burada olmasına elbette ki çok seviniyordu. Genç kadın onun her şeyiydi ancak şu gerçek vardı ki; yaşadığı pişmanlığı kabul ederek, kızına yeniden sahip çıkma isteğiyle yanıp tutuşan bir babası vardı. Lord William'ın yaşayacağı hayal kırıklığını düşününce, Penelope yapacak bir şeyin olmadığını görebiliyordu.
"Burası senin evin, ve evine hoş geldin" dedi en içten sesiyle.***
LondraSonunda yolculuğu bitmişti ve artık evindeydi. Londra'yı özlemenin verdiği rahatlıkla malikhanenin kapısına doğru yürüdü. Eminim babası onu gördüğünde sevinecekti ve buna şahit olacak olması Klaus'un gülümsemesine neden olmuştu. Kapının önünde durdu ve kapıyı çaldı. Beş dakikalık bir aradan sonra kapıyı açan hizmetçi
"Lord Salvatore hoş geldiniz" diye cıvıldadı tatlı sesiyle. Klaus içeri girerken, hizmetçiye en güzel gülümsemesini fırlattı.
"Merhaba Larian, görmeyeli baya güzelleşmişsin" Larian, utançla ne diyeceğini bilemezken başını eğdi ve kıkırdadı. Klaus merdivenlere yürürken
"Babam burada mı?" Diye sordu. Hizmetçi arkasından gelirken, Klaus'un yerinde durmasıyla beraber, o da durmak zorunda kalmıştı.
"Hayır efendim, sabah erkenden çıktılar" Klaus, bunu fırsat bilip dinlenebilirdi zira oldukça yorgun hissediyordu. Hizmetçisine dönmeden,
"Babam gelene kadar biraz dinlenmek istiyorum, babam gelince beni uyandırın" dedi ve merdivenleri çıkmaya başladı.Aradan tam üç saat geçmişti ve kapı çalınıyordu, ancak yine de uyanamıyordu Klaus. Gözlerini açmamaktan direniyordu zira bir şeyler onu engellemekteydi.
Biraz sonra hafif bir dokunuşu çıplak göğsünde gezdiğini hissedince yavaşça gözlerini açmak zorunda kaldı. İncecik ipleriyle ağız sulandıran ve dolgun göğüslerini sergileyen dekoltesiyle, bembeyaz tenini ortaya çıkaran bordo gecelikli güzel kadın görüyordu karşısında genç adam. İnanamayan bakışlarını karşısındaki tanıdık yüze çevirdi.
"Rebekah," Rebekah tüm baştan çıkarıcılığıyla ona gülümserken, mavi gözleri arzuyla parıldıyordu. Klaus bunların hepsinin farkındaydı, genç kadının elleri Klaus'un henüz yeni çıkan sakallarına değdi ve
"Sevgilim" dedi genç adamın her hücresinin, harekete geçmesini sağlayan yumuşak bir ses tonuyla. Gözlerini kırpıştırdı içinde bulunduğu şaşkınlıkla genç adam.
"Buradasın" güzel kadın onu okşamaya devam ediyordu.
"Ben hep buradayım Klaus" Ah isminin o tatlı,öpülesi dudaklar arasından çıkması, nasıl da alt üst etmişti genç adamı.
"Ben hep yanı başındaydım, ancak beni görmemekte direniyordun." Klaus Rebekah'nın ağzından çıkan bu laflar sayesinde doğruldu ve
" Artik direnmeyi bıraktım Rebekah, sana olan teslimiyetimi görmüyor musun?" Dedi içinde büyüyen arzuyla beraber. Rebekah, uğruna kan dökülmesine şaşırılmayacak bir gülümseme yaydı yüzüne.
"Bunu görebiliyorum sevgilim, inan görebiliyorum" Klaus, artık dayanamayacağını fark etti. Onun için delirirken, öylece onu seyretmek zorlu bir görev gibi geliyordu ona. Bu nedenle kolunu genç kadının kalın beline dolayarak onu kendine çekmeyi başardı ve
"Seni özledim Rebekah" dedi yüzünü onun yüzüne yaklaştırdığı sırada. Rebekah kollarını Klaus'un boynuna dolarken
"Sadece seninim Klaus, sadece senin.." diye fısıldadıktan sonra, genç adamın onu öpmesine izin verdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZ KALIN BİLEKLER (TAMAMLANDI)
Historical Fiction"Seni istemiyorum, hiçbir zerreni istemiyorum !" Genç kadının ağzından çıkan her kelime bir iğne edasıyla bedenine saplanıyordu genç adamın, ancak her zamanki gibi sahte bir yüzle yarım ağız gülümsedi. "Seni küçük yalancı, beni ne kadar istediğini g...