Bibury Kasabası
"Kurabiye kokusunu almış olmalısın" dedi Rebekah elinde tuttuğu tepsiyle Penelope'nin yanına gelirken. Penelope gülümsedi.
"Imm.. Almaz olur muyum?" Ortalarında duran komidine koyduğu tepsiye baktı ve yerine oturdu.
"Mutfağı biraz dağıtmış olabilirim, ancak kurabiyemin harika olduğu konusunda hiç şüphem yok" diye konuştu keyifle Rebekah. Penelope, kurabiyeden bir tane alıp küçük bir ısırık kopardı ve çiğnemeye başladı. Yüzüne yerleşen beğeni ifadesine bakılacak olursa, beğenmiş görünüyordu.
"Evet tadı hiç de fena değil Rebekah." Rebekah gururla gülümsedi ve
"Biliyorum" dedi. Isırılmış kurabiyeyi fincan tabağına bıraktıktan sonra, tüm memnuniyetle
"Babanla iyi ayrılmanıza sevindim. Sana kırgın dönmesinden endişe ediyordum" deyince, Rebekah onun tatlı gülümsemesine karşılık verdi.
"Bu günlerde herkes birbirini şaşırtıyor öyle değil mi?" Dadı Penelope, Rebekah'nın sarf ettiği lafla beraber başını salladı düşünceli bir tavırla.
"Haklısın kızım haklısın" diye mırıldandı. Genç kadın keyifliydi. Uzun süreden beri bu kadar keyifli hissetmediğini fark etti. Bu iyiye işaretti Rebekah için. Kendini iyileştirmek, toparlayabilmekte başarılı olduğunu görmek onu rahatlatmaya yetiyordu. Yeniden eskisi gibi neşe dolu olmayı, hiçbir şeyi istemediği kadar istiyordu. Geceleri yatağına girdiği an, tek bir şey düşünmeden uykuya dalmak, güneşin doğuşuna gülümseyerek uyanmak istiyordu. Ve bunların hepsi yakın zamanda gerçekleşecekti. Her şey onun elindeydi, bildiği tek şey, çabalaması gerektiğiydi. Kendi hayatını yeniden güzelleştirmek adına çabalayacaktı. Kötü günleri arkasında bırakmayı güç olsa da başarabildiyse ve izlerini de ağır ağır ovalamaya başlarsa en kısa zamanda onlardan da kurtulabilirdi.
Tüm kötü olayların izlerini... Bunu düşününce ister istemez kalbinde bir sızı hissetti. Zira Klaus Salvatore'u kötü bir olay olarak görmek istemiyordu. Yapamazdı. Klaus onun, tutkuyu, aşkı ve acıyı en diplerinde yaşamasına sebep olmuştu. Bunlar onun için birer lûtuftu. Onların her birini tatması, genç kadının olgunlaşmasını sağlamıştı ve bundan memnudu. Ancak yine de hayatına girip onu acımasızca terk eden adamı affedemiyordu. Onun için hala derin duygular beslemesine rağmen, onu affedemiyordu. Belki de ona hala öfkeli olması, öyle düşünmesine neden oluyordu. Tam olarak kestiremiyordu genç kadın. Pencereden dışarı bakarken, bu soruyu içinden geçirmeden edemedi.
Şu an da, tam şu an da ne yapıyor?
Ve ciddi anlamda benim ne yaptığımı merak ediyor muydu? Ah Tanrım... Bunları düşünmemesi gerekiyordu, bunu kendine yapmamalıydı. Derin bir nefes alarak pencereden bakmayı bırakıp, başını Penelope'ye çevirdi.
Uyuyakalmıştı. Gülümsedi genç kadın ve yeniden burada olmaktan dolayı mutluluk duydu.
***
İngiltere-LondraHeyecanlıydı!
"Tanrı yardımcım olsun" diye mırıldandı dudakları arasından. Daha aracından inmemişti halbuki. Tam tamına beş dakikadır içeride öylece bekliyordu.
Onu kolundan sürükleyip, köşkten çıkarabilirim diye düşündü. Eğer beni dinlemeyi redederse, Tanri'ya yemin ederim ki onu kolundan sürükleyip dinlemesi için zorlayabilirim. Gözlerini devirdi genç adam bunları aklından geçirdikten sonra. Bu düpedüz zorbalık olurdu. Bunu biliyordu Klaus. Peki ne yapmalıydı? Daha yaratıcı bir fikri yoktu ne yazık ki... Elini şakaklarına dayadı ve gözlerini kapattı. Kendini çaresiz hissetmek kadar berbat bir durum yoktu bu hayatta.... Rebekah ile olamamak dışında tabii. En azından Klaus öyle düşünüyordu. Elini hızla indirip, gözlerini açarak aracın kapısının koluna baktı.
"Her şey o kadar basit ki Klaus" diye konuştu içinden.
"Bu lanet olası faytondan inip, malikhanenin kapısını çalacaksın ve kapıyı açan hizmetçiye en beyefendi halinle Leydi Rebekah buradalar mı acaba diye soracaksın! Tam olarak hepsi bu" Kendini böyle cesaretlendirmesi komiğine gitmiş olacak ki, bir anda gülmeye başladı. Yüce Tanrım sinirleri alt üst olmuştu. Ne yapmaya çalışıyordu öyle, her şeyi boşverip bu aptal araçtan inemiyor muydu yani? Klaus Salvatore bu kadar korkak mıydı?
Bir anda ciddi bir tavır takındı. Yapmalıydı, bunu yapmalıydı zira başka şansı yoktu.
Ya şimdi ya da hiçbir vakit diye düşündü ve tüm cesaretiyle kapıyı açarak araçtan indi.Tam planlandığı gibi gelişiyordu olay, su an tam olarak malikhane kapısının önünde, kapıyı çalmak için bekliyordu. Her şey ve tüm yapacakları için hazır hissediyordu genç adam. Derin bir nefes alıp verdi.
"Eğer bu konuda benden yardımlarını esirgemezsen Tanrım, doğacak ilk oğlumun ismini Jesus koyacağıma dair sana söz veriyorum." Diye konuştu fısıltı halinde. Tanrı ile yaptığı pazarlık biterken, elini kaldırıp iki kere kapıya vurdu ve beklemeye başladı.
Bekliyordu Klaus. Bekledi ve bekledi. Heyecandan titreyen ellerini arkasında birleştirdi. Sonunda kapı açılırken ciddi görünmeye çalıştı genç adam.
Kapıyı açan başkâhyaydı ve onu tanıyordu. Başkâhya kapının önünde duran Klaus Salvatore'a baktı ve
"Lord Salvatore hoş geldiniz" dedi saygıyla. Klaus kısa bir baş selamı verdikten sonra,
"Leydi Rebekah buradalar mı?" Diye sordu sonunda on dakika önce aracında deli gibi planlar yaparken prova ettiği soruyu. Baş kâhya bu soruyu işitince, dudaklarını birbirine bastırıp hayır anlamında başını salladı.
"Ne yazık ki, burada değiller" genc adam yaşadığı hayal kırıklığını belli etmemeye çalıştı. Rebekah muhtemelen kız kardeşleriyle beraberdi. Belki de birazdan evde olurdu. Klaus tam olarak emin olmak adına genç kadının nerede olduğunu sormak istedi.
"Nerede olduğuna dair bir fikrin var mı?" Baş kahya genç adama baktı ve
"Leydi Rebekah Bibury kasabasına döndüler Lordum" dedi. Klaus Salvatore karşısındaki yaşlı adamın sarf ettiği laf karşısında beyninden vurulmuşa döndü. Tam anlamıyla ne diyeceğini bilemez bir halde, donakalmıştı adeta.
Bu yaşlı adam bunamış olabilir miydi? Diye düşündü Klaus. Yoksa az önce duyduklarım sahi miydi? Fakat nasıl olur. Rebekah bunu nasıl yapabilir?
"Bu konuda emin misin?" Diye sordu yeniden, zira buna inanamıyordu. Bu kadar geç kalabildiğine inanamıyordu. Ve tam şu anda yaşadığı olayı hazmetmek, güç olacaktı onun için....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZ KALIN BİLEKLER (TAMAMLANDI)
Historical Fiction"Seni istemiyorum, hiçbir zerreni istemiyorum !" Genç kadının ağzından çıkan her kelime bir iğne edasıyla bedenine saplanıyordu genç adamın, ancak her zamanki gibi sahte bir yüzle yarım ağız gülümsedi. "Seni küçük yalancı, beni ne kadar istediğini g...