"Kız kardeşlerime selamımı ilet ve yeğenlerimi de benim yerime öpersen sevinirim" dedi gülümseyerek faytonun açık kapısının önünde, duran babasına. Lord William
"İstediklerini yapacağımdan emin olabilirsin.." dedi ve ellerini kızının kollarına koyarak yanaklarından öptü. Geri çekilirken, elleri hala kızının kollarında duruyordu.
"Önceden yaptığım gibi, her ay paranı yollayacağım ve her konuda sana fazlasıyla destek olacağım. Ancak bunlar karşılığında senden bir isteğim olacak" Rebekah babasının isteğinin ne olacağı konusunda meraklanırken konuşmasını bekledi.
"Beni ve kız kardeşlerini her ay ziyaret edeceksin Rebekah, bunu bizden esirgeme kızım" dedi yumuşak bir sesle. Rebekah gülümsedi ve kollarını babasının boynuna doladı.
"Her özlediğimde kapınızda belireceğime dair yemin ederim baba..." Lord William gözlerinin dolmasını engellemek adına gözlerini kırpıştırdı, bir yandan hala kızını sarmalıyordu.
"Buna çok memnun olurum..."
Ayrıldıkları gibi faytona binen Lord William, biraz daha burada kalırsa göz yaşlarını tutamayacağını düşündü ve kızına son kez bakıp
"Kendine çok iyi bakmanı istiyorum. Bu kadar zeki ve cesaret sahibi olman beni çok gururlandırdı Rebekah" ardından gülümseyerek ona bir şeyler ima eder gibi
"Kalbindeki çiçeğin solmaması dileğiyle güzel kızım" dedi ve o an Rebekah Londra'da okuyup bitirdiği kitabını, malikhanede unuttuğunu anımsayınca, babasının o kitabı okuduğunu anlaması çok uzun sürmedi. Gözlerinin dolup, içinde biriktirdiği yaşların yanağından süzülmesine izin verirken
"Tanrı her daim sizinle olsun baba" dedi.
Lord William yüzündeki gülümsemeyi koruyup, kapıyı kapattı ve arabanın hareket etmesini bekledi. Fayton hareket edip oradan ayrılırken, Rebekah hala arkasından bakıyordu.
Ve yanağından akan yaşları umursamadan ona son defa el salladı...***
İngiltere-LondraBir gün sonra...
"Sabahın bu erken vaktinde nereye?" Diye sordu Lord Salvatore masadan kalkan oğluna bakarak. Klaus gömleğinin üzerindeki yeleği düzeltti.
"William malikhanesine" Lord Salvatore anlamayan bakışlarla oğlu Klaus'u seyrediyordu.
"Neden?" Genç adam esrarengiz bir gülümseme yaydı yüzüne ve
"İnanmayacaksın" dedi. Babası sabırsızlanıyordu ve bunu belli eden bir ifadeyle
"Klaus beni oyalamayı birakmanı öneriyorum." Deyince genç adam derin bir nefes alarak yüzündeki gülümsemeyi korudu.
"Rebekah William'ı ziyaret etmeye gidiyorum baba" Lord Salvatore oğlunun ona verdiği bu cevapla birlikte şaşkına uğradı zira Klaus'tan bu lafı işitmeyi beklemiyordu. Soru soran bakışlarla ona bakmaya devam etti. Genç adam anlayışlı bir tavırla başını salladı ve
"Neden gitmek istediğimi merak ettiğini biliyorum baba" dedi. Ancak bu açık uçlu cevaplar sonunda babasının işin aslini anlamasını nihayet sağladı. Ve Klaus bunu Lord Salvatore'un yüzünde oluşan çarpık gülümsemeden anlayabiliyordu.
"Bunu tahmin etmeye başladım evlat" genç adam, içine yayılan neşeyle gülümseyerek
"Evet baba. Tam anlamıyla aklındaki şey. Etmem gereken bir evlilik teklifi var, lütfen bana müsaade et" dedi. Lord Salvatore, genç adam dönüp odadan ayrılmadan önce onu desteklediğini gösteren bir tavır ile
"Müsaade senindir Klaus" diyerek eliyle kapıyı işaret etti. Klaus Salvatore hafif bir reverans yaptıktan sonra, salondan çıkmak üzere kapıya doğru yürüdü.
Bir taraftan ıslık çalmayı da ihmal etmiyordu.Tam anlamıyla harika hissediyordu. Yüce Tanrım, en son ne zaman bu kadar harika hissettiğini hatırlayamadı. Londra uzun süreden beri ilk defa bu kadar cazip geliyordu ona. Bunun sebebini düşününce kocaman bir gülümseme yaydı yüzüne. Başka bir sebebi olabilir miydi ki; Güzelliğine gidiyordu, rüyalarındaki afetine, derin mavi gözleri olan sevgilisine, beyaz kalın bileklere sahip olan kadınına gidiyordu. Heyecanla yeleğinin üzerine giydiği ceketi düzeltti aracının koltuğunda otururken. Onu uzun sureden beri görmeyi arzuluyordu. Onun özlemiyle yanıp tutuşuyor, hayaliyle yaşıyordu bu bir kaç haftadır. Sonunda buradaydı ve onu görmek için yaşadığı eve gidiyordu.
O tatlı gözlerine bakıp aşkını ilan etmek, ellerini tutup bir ömür boyunca yanında, yatagında, evinde olmak isteyip istemeyeceğini sormak istiyordu. Bu teklifi kabul etmesini, hiçbir şeyi istemediği kadar arzuladığına karar verirken, ona söyleyeceklerini aklından geçirip duruyordu. Her şey iyi hoştu ancak düşünmesi gereken bazı durumlar vardı; öncelikle genç kadın hala öfkeliydi ve Tanrı biliyor ya Rebekah mağrur bir kadındı. Bir an da içini kaplayan endişeyle olabilecekleri kafasında tartmaya başladı.
Ona edeceği evlilik teklifini pek tabii kabul etmeyebilirdi, fakat onu ikna etmeye hevesli görünüyordu genç adam. Peki onunla kalmayıp, Klaus'u görmeyi redederse ne olacaktı? İşte bu soru genç adamın kafasında yankılanırken, gözlerini kıstı. Bunu yapamazdı. Klaus'un onda azıcık da olsa bir hatrı varsa, bunu yapmamalıydı. Onu ikna edebilmesi, pişmanlığını ve ona olan aşkını dile getirebilmesi için Klaus'a bir şans tanımalıydı. Gülümsemesi solarken, elinde tuttuğu kumaş parçasına baktı. Bunu hatırlayınca, bedeni baştan aşağı karıncalanmaya başladı ve kalbi bir anlığına tekledi. Köşkten ayrılmak üzere hazırlanırken, komidinin üzerindeki kitabın yanında görmüştü. Elinde tuttuğu şey, Rebekah'nın saçlarına bağladığı ipekten bir kumaştı. Ve yine genç kadını terk ettiği gece, mektubunu yazdıktan sonra onu da alıp cebine atmıştı Klaus. Düne kadar onu yanında taşıdığını unutmuş, gece "S" işlemeli mendilini ararken çekmecesinde bulmuştu.
Elinde tuttuğu kumaşı iyice sıktı. Onu istiyordu, Rebekah'yı yeniden istiyordu ve ne pahasına olursa olsun onu ve yüreğini geri kazanacaktı. Bunun için kendine söz vererek, gevşetip açtığı avucunda duran kumaşa baktı. Ve tüm umuduyla Tanrı ile konuşmaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZ KALIN BİLEKLER (TAMAMLANDI)
Historical Fiction"Seni istemiyorum, hiçbir zerreni istemiyorum !" Genç kadının ağzından çıkan her kelime bir iğne edasıyla bedenine saplanıyordu genç adamın, ancak her zamanki gibi sahte bir yüzle yarım ağız gülümsedi. "Seni küçük yalancı, beni ne kadar istediğini g...