*Sevgili okuyucular, oldukça mutluyum çünkü okunma sayısı bin olmak üzere. Bu benim için harika bir durum. Ancak yorumlarınızı benden esirgemeniz, beni bir nebze üzüyor diyebilirim. Hikayemi okurken lütfen yorum yapmayı unutmayın, fikirleriniz benim için her daim değerlidir. Keyifli okumalar.. :')*
-Little Blair"Horoz bir öttü, iki öttü, üç öttü ama Leydi Rebekah hala uyuyor" diye mırıldandı Klaus, göğsünde uyuyan genç kadının çıplak sırtını okşarken.
Genç kadın yavaşça yeni bir sabaha gözlerini açtı, tüy gibi hafif hissediyordu. Üzerinde oldukça tatlı bir yorgunluk vardı ve bu Rebekah'nın gülümsemesine sebep oldu.
Klaus tatlı bir sesle devam etti
"Horoz yeniden öttü ve yeniden ama... Leydi Rebekah-" Rebekah, başını kaldırıp yakışıklı adama baktı.
"Sonunda uyandı" dedi Klaus. Dudaklarını, kollarındaki genç kadının dudaklarına bastırdıktan sonra geri çekilip
" bu muazzam anı bozmak istemezdim ama, dadınız ve hizmetkârınız az sonra uyanır ve bizi halde görüp beni av tüfeğiyle vurmalarını istemiyorsanız, derhal toparlanmalıyız" dedi yarım ağız gülümserken. Rebekah, genç adamın onu sarmalayan kolları arasından çıkmak dahi istemiyordu. Yaşayacağı tüm ömür boyunca, öylece sığınmak istiyordu bu harika adamın koynunda...
Ama olayın iç yüzüne bakılması gerekirse, Klaus haklıydı. Dadısı Penelope, onları bu halde görürse işlerin hiç de iyiye gidebileceğini düşünmüyordu.
Hızla doğrulup etrafına bakındı
"Evet sanırım haklısın" diye mırıldandı, üzerine yayılan sersemlikle. Genç adam, yatağından kalkmaya çalışan bu kadının tatlı tavırlarına gülmeden edemezken, Rebekah başını çevirip ona baktıktan sonra, yataktan kalktı.
" üzerimi giyinip, hemen yukarı çıkacağım, sen de toparlan olur mu" bir yandan geceliğini giymekle uğraşıyordu.
Klaus Rebekah'nın talimatını yerine getirmek üzere doğrulup, gömleğini giydi. Oturduğu yerde, pantolonunu geçirmeye çalışırken
"Beni merak etme" diye mırıldandı. Rebekah aceleci bir tavırla eğilip dudaklarından bir öpücük aldıktan sonra, çabucak merdivenlere doğru koştu.
***
Rose genç adamın kahvaltısını önüne koyarken, Rebekah merdivenlerden iniyordu. Neşeli olduğu her halinden belliydi, özellikle sesi bunu kanıtlıyordu."Günaydın bay Salvatore" diye şakıdı. Klaus Salvatore, kahvaltısını etmeye başlamıştı, ona doğru gelen Rebekah'yı görünce imalı bir şekilde
"Günaydın Leydim, sizi neşeli görmek ne hoş" dedi. Klaus sarf ettiği bu sözden sonra, Rebekah'nın aniden kızaran yüzünü görünce onu kollarına alıp öpücüklere boğmak istedi. Onun bu hali Klaus'u eğlendirmiş olacak ki gülümsemeden edemedi.
"Bu güzel havanın neşelendirmeyeceği kimse yoktur muhtemelen" dedi Rebekah. Ardından Klaus kahvaltısını ederken, karşısındaki sandalyeye oturdu.
"Yerden göğe kadar haklısınız Leydim. Kahvaltınızı ettikten sonra, benimle bu güzel gün içinde yürümek ister miydiniz? " diye sordu Klaus.
Rebekah, genç adamın delici mavi gözlerine baktı.
"Seninle her şeyi yapmak isteyeceğimden eminim" diye mırıldandı, içine işleyen bir tutkuyla. Klaus genç kadının ağzından çıkan bu sözün altında yatan anlamı kavrayınca, kucağındaki küçük kahvaltı masasını fırlatıp, karşısındaki cesur ve tutkulu kadını kucağına çekmemek için kendini tutmak zorunda kaldı. Sadece onun derin mavi gözlerine bakmakla yetinirken
" elimden geldiğince isteklerinizi yerine getirmek, benim için büyük bir zevk olacaktır Leydim" diye karşılık verdi, olabildiğince davetkâr bir sesle.
Rebekah bir anda evin içinin sıcacık olduğunu düşündü. Dün gece yaşanılan olayın her detayını hatırlayınca, nefes alışverişinin hızlandığını, kalbinin şiddetle çarpmaya başladığını fark etti. Bu duygu onu mahvediyordu. Ona hayat veriyor, hiç hissetmediği kadar canlı hissettiriyordu.
Ve yaşadıkları ona bir rüya gibi geliyordu. Bir hafta öncesine kadar, okuduğu kitaplarda konu olan aşkları hülyalı bir gülümsemeyle okurken, bu aşkı yaşayan karakterlere imrenirdi. Ve o yalnız kalbine böylesine fethedici bir aşkın uğramayacağını düşünürdü umutsuzca.. Ama şimdi bulunduğu durum ona inanılmaz geliyordu. Bu bir mucizeydi onun için, bunları düşündükçe içine sığmayan bir mutlulukla etrafa hic olmadığı kadar neşe saçıyordu.
Ve bu sabah, Rebekah'nın bu denli neşeli hali, Penelope'nin gözünden kaçmamıştı. Düşünceli bir şekilde, giriş kapısı yolunda yürüyen Bay Salvatore ile ona destek olma amacıyla kolunu, genç adamın koluna dolayan tatlı Rebekah'yı izliyordu koca salonun camından.
Bir şeyler var diye düşundü Penelope. Yolunda gitmeyen şeyler... Aklında gezinip duran tilkilerle beraber Penelope, yavaşça camın önünden çekilip, merdivenlere doğru yürümeye başladı
"Tanrı yardımcımız olsun..." diye mırıldandı.***
İNGİLTERE-LONDRA (1860)
-Salvatore Malikhanesi-
Lord Salvatore, elindeki brendi bardağını masanın üzerine koyarak, elindeki evrakları okumaya devam etti. Bu iki gündür devlet dairesinde yaptığı toplantılarla beraber gelen gerginliği, onu işine daha çok yakınlaştırıyordu. Aslını söylemek gerekirse Lord Salvatore, işini her daim sevmişti ve bu, çalışma konusuna olan hevesini hep dinç tutmuştu. Fakat bu iki gündür çalışma odasından sadece kişisel ihtiyaçlarını karşılamak ve yemek yeme amacıyla çıkıyordu. Günün büyük bir çoğunluğunu masasındaki evrakları incelemek, anlamak, çözümlemek için uğraş verirken geçiriyordu. Fransa'da yaşayan kuzenlerinin "Oğlun artık işlerin başına geçebilecek yaşa geldi Marcus, kendini yorma artık" gibi bir takım söylentilerine rağmen, buna aldırış etmemekte ısrarcıydı. Ancak, masasının başında kafasını kaldırıp camdan dışarı bakarken aklına kuzenlerinin gelmesi, oğlu Klaus'un işlerini ele almasına izin verip vermemesinde kararsız kalmasına sebep olduğunu fark etti. Belki de zamanı gelmişti artık. Aslında.. diye düşündü.
Lord Salvatore, brendi dolu kadehi eline tekrardan alırken
Zamanı gelen tek şey, onun saygın bir evlilik yapması gülümsedi şefkatle. Oğlunu özlemişti, ve gelişini sabırsızlıkla bekliyordu.
İçkisinden bir yudum aldıktan sonra, vakit kaybetmeden evraklarına geri döndü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZ KALIN BİLEKLER (TAMAMLANDI)
Historical Fiction"Seni istemiyorum, hiçbir zerreni istemiyorum !" Genç kadının ağzından çıkan her kelime bir iğne edasıyla bedenine saplanıyordu genç adamın, ancak her zamanki gibi sahte bir yüzle yarım ağız gülümsedi. "Seni küçük yalancı, beni ne kadar istediğini g...