Keyifli okumalar...
***
Öyle zamanlar vardır ki kaburgalarına yaslanan yükleri birer birer atmak ister insanlar. Tıpkı yağmur yüklü bulutlar gibi yüklendikleri her ağır damlada yağacakları zamanı beklerler. Bazen hesapsız gelir yağmur, birden bire yağmaya başlar; gözlerden, dilden, kalpten...
Göğüs kafesinin ardında kalan bir kıyamet vardı. Kopmak için gün sayan bir kıyamet. Yanar dağ misali, lavların fışkırdığı bir kalp vardı. Küllerin kaburgalarına yapıştığı, terk edilmiş koca bir şehirdi bedeni. Yanar dağ gibi kaynayan öfkesi vardı, patlamak için saatler sayan...
İçinde ki yangına tezat buz tutmuş bir beden vardı. Katmer katmer buzullara sarılı bir kundakta büyümüştü, kimsenin yaklaşamadığı. Hiçbir canlının nefes alamadığı, izbe bir yerdi bu güçlü beden. Sarp kayalıklara vuran dalgaydı bazen, her çarpışında yerle bir eden. Bazen de sert bir kayaydı, her dalgada yerle bir edilen.
Yosun tutmuş koca bir ağaca benzeyen omuzları vardı. Dalları kırılmış, yaprakları dökülmüş ince bir ağaca gölge eden. Öyle merhametsizdi ki bu ağaç, gölgesinde kalan ince ağacın her savruluşunda ve kendisine çarpışında sertliğinden ödün vermezdi. Her şeyden korur, kendinden koruyamazdı.
Akif Barın geçirdiği sinir krizinin farkındaydı. Bedeni henüz toparlanamadığı için çok yorgun hissediyordu kendisini. Yaraları sızlıyordu, çenesi kriz anında sıktığı için şuan ağrıyordu. Gözlerinin akı kanlanmış ve damarlanmıştı. Mutfak zeminine odaklanmış zifiri gözlerini yavaşça kırptı. Başını yasladığı şefkatli bedene sığınmıştı. İlk kez karanlığa değil de güneşe sığındığı için afallamıştı içinde ki çocuk. Başını yavaşça oynattı ve yaslandığı bedene biraz daha yaklaştı. Yıllar sonra hissettiği bu sıcaklık ve bu şefkate biraz daha ihtiyacı vardı.
Siyah saçlarında gezinen ince parmaklar buzlar içine de kalan bedeninde çözülmelere yol açıyordu. Kulağına dolan kalp atışları ruhuna çalınan bir ninni gibiydi. Uyumak için kendisini teşvik ediyordu. Ağırlaşan göz kapaklarına inat açık tuttu gözlerini. Omuzuna sarılı ince koluna kaydırdı bakışlarını. Bu kadar ince olmasına rağmen nasıl bu kadar sıcak tutardı bir kol? Ne kadar sıkı sarabilirdi kanayan yaralarını? Yara almaya bu kadar alışmışken nasıl olurda yaralayamazdı başkalarını? Her insan kendisine öğretilenlerle yaşamıyor muydu? Öğretilenleri uygulamıyor muydu hiç hayatlarında? Kim suçluydu peki? Öğreten mi yoksa öğrenen mi?
"Seni anlamak o kadar zor ki..." dedi Mahru aralarında asılı kalan sessizliği bozarak. Başını mutfak dolabına yaslamış ve sonbahar gözlerini karşısında ki krem boyalı duvara dikmişti. Parmak uçlarını karıncalandıran asi tutamları arşınlamaya devam ederken yavaşça yutkundu. Dakikalar önce birbirlerine zarar verirken şimdi bu halde olmalarına şaşkındı Mahru. Fakat Akif Barın'ın acıya batırılmış cümlelerine dayanamamıştı. İlk kez bir girdabı andıran gözlerinde açık bir ifadeyle karşılaşmıştı. Acı... Öyle belirgindi ki yanlış görmediğine emindi Mahru.
Akif Barın lavanta kokusu ciğerlerine doldukça gerilen bedeninin gevşediğini hissediyordu. Kendisini bile anlamakta güçlük çekerken etrafında ki insanların anlamaması normaldi. Yaşadığı gelgitler bocalamasına neden oluyordu. Biraz önce ondan nefret ettiğini bağırırken şimdi onun göğsünde sakinleşiyordu. Hayatı boyunca kadınlar uzak durmuştu çünkü bir kadını severse babası gibi olmaktan korkuyordu. Evet, korkuyordu. Nasıl sevilir onu bile bilmiyordu artık. Hayatı mafyalıkla işi arasında geçip gidiyordu. Bugüne kadar iki amaca baş koyarak gelmişti. İlki babası gibi olmamak ikincisi ise Kamer Amcasını öldüreni bulmaktı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
MÜSLÜMAN MAFYA
General FictionWattpad'de Müslüman Mafya adlı ilk kitaptır! Karanlıkta büyüyen bir çocuk. Babası tarafından en acımasız eğitimlerden geçer. Babası gibi olmamak için direnen küçük çocuk, babasına benzemeye başladığını anladığında artık çok geçtir. Geceye benzeyen z...