Keyifli okumalar...
***
Yıllar önce bir ardıç kuşu yuvasını terk etmişti. O yuva zamandan nasibini almış ve yıkılmaya yüz tutmuştu. Ardıç ağacı yeşillenip, meyvelerini verirken bozulan yuva daha da yıkılmıştı sanki. Ağacın iğne yaprakları bir bir batmıştı da sinesine yine de tutunmaya devam etmişti bir zamanlar kurulduğu dala. Yuvaya verilen emek öyle çoktu, çoktu da onu yapan kuş muydu emek veren yoksa onu kollarında taşıyan ağaç mı? İşte bunu kestirmesi güçtü. Zira dişi kuş yuvasını yaparken, koca ağaç heybetiyle ona çoktan yuva olmuştu bile. Kuş ona sığınmış, dalına işlemişti ilmek ilmek sevdasını.
Gel zaman git zaman şimdi ne yuva kalmıştı yuva denilecek ne de kuş kalmıştı o yuvayı şenlendirecek. Ağaç yaşlanmaya yüz tutmuştu da şu yuva bir türlü düşmemişti yakasından. İllet bir hastalık olsa gerek zaman geçtikçe dağılmıştı ta içine de yine de yerini hiç bozmamıştı. Sanki diyordu ki, 'Bir gün dönecek, sabretmeliyim.' Lakin kaç bahar, kaç sonbahar görmüştü de, ne geleni vardı yuvanın ne de gideni.
Demir kapı gürültüyle açıldığında koğuşta ki tüm gözler kapıya dönmüştü. Bu gün görüş günüydü. Herkes beklenti içerisine girmiş her kapı açılışında adlarını duymayı bekliyorlardı. Gardiyan İzzet soğuk bakan ela gözlerini beklenti dolu gözlerde şöyle bir gezdirmiş ve aradığını bulduğunda o boğuk sesiyle konuşmuştu.
"Akif Barın Korel, ziyaretçin var!"
Akif Barın adını duyduğu vakit okumakta olduğu kitaptan başını kaldırdı ve İzzet'e kısa bir bakış attıktan sonra başını salladı belli belirsiz. Sırtını yaslamış olduğu kullanılmaktan iyice incelmiş yastıktan ayırdı. Elinde ki kitabı yatağının üzerine koyduktan sonra gözlüğünü kitabın üzerine bıraktı. Ayağa kalktığında yıllara meydan okuyan heybetli bedeni gün yüzüne çıktı. Yüzünü saran koyu renk sakallarına karışan aklar, çenesi boyunca yol çizerek saçlarına karışmıştı. Gözlerinin etrafını saran kırışıkların izleri hafifçe belli olurken, en çok gülerken derinlik kazanıyordu. Siyah hareleri eskiye nazaran bir inci gibi parlıyordu.
"Ulan Akif ağabey ne şanslı adamsın. Her hafta haber alıyorsun ailenden." diye konuştu Sedat dertli dertli.
"Bana da yok ki şöyle haber eden. Böyle meraktan kendimizi tüketiyoruz işte. Sanki şu dört duvar bizi daha az tüketiyormuş gibi."
Sedat buraya adam yaralamadan girmişti. Allah biliyor ya bir gram suçu yoktu şuraya düşmek için. Yine de kaderden kaçamıyordu işte insan. İyiliğinin diyetini ödüyordu Sedat. Çocukluğu yetiştirme yurdunda geçmişti Sedat'ın. On sekizine geldiğinde ise yabancısı olduğu sokaklarda almıştı soluğu. Karnını çöplerde bulduğu bayat ekmeklerle doyurmuştu uzun bir süre. Daha sonra bir oto tamircisi adamın ona acıyıp iş vermesiyle değişmişti hayatı. İlk önce karnı daha sonra yüreği doymuştu. Zira gönlünü ustasının kızına kaptırmıştı o zamanlar. Gel zaman git zaman sevdiği kızla evlenmiş yıllar sonra yuvanın nasıl bir şey olduğunu tatmıştı. Lakin kısa sürmüştü bu saadeti. Bir gece çocuğu hastalanınca bir aceleyle evden çıkmış, kestirme diye arka sokakları çare diye seçmişti. Kader bu ya tam o sırada iki kişi tarafından dövülen bir adama çıkmıştı yolun sonu. Yufka yüreği el vermemişti öylece arkasını dönüp gitmeye. Bir hışım koşmuş yerde acılar içinde kıvranan adamı kurtarmak için. Kıyı da köşe de bulduğu bir demir sopayla atlamıştı iki adamın üzerine. Adamların gözünü bir güzel korkutmuş, kaçmalarına neden olmuştu. Adamlar gider gitmez, aklında hasta çocuğuna duyduğu endişeyle çökmüştü yaralı adamın yanına. Niyeti bir an önce yardım edip evine gitmekti. Fakat feleğin düğümü burada kördüğüm olmuştu da kımıldayamaz olmuştu yerinden. Adamın göğsüne saplanmış çelik saplı çakının varlığıyla yüreği korkudan ağzına gelmişti. Paniğinin üzerine panik eklenmiş, uçmayı bilmeyen bir kuş gibi çırpınır olmuştu yerinde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MÜSLÜMAN MAFYA
General FictionWattpad'de Müslüman Mafya adlı ilk kitaptır! Karanlıkta büyüyen bir çocuk. Babası tarafından en acımasız eğitimlerden geçer. Babası gibi olmamak için direnen küçük çocuk, babasına benzemeye başladığını anladığında artık çok geçtir. Geceye benzeyen z...