MM|37.BÖLÜM|

18.6K 1.1K 396
                                    

Keyifli okumalar...

***

Yağmur damlaları yeryüzüne düşüyor, gökyüzü ağlıyordu. Koyu bulutlar birbirine çarptıkça, acı çığlıkları yeryüzünden duyuluyordu. Aralarından çıkan kıvılcımlar sanki yatağında acı çeken insanların yüreğine düşüyor, düştüğü o yeri cayır cayır yakıyordu. Yağmura eşlik eden gözyaşları, yastıklarını ıslatırken dudaklarından çıkan hıçkırıklar; bulutların çarpıştığı o anda çıkan acı çığlıklardan farksızdı. Ne yağan yağmur ne de akan gözyaşları, o kıvılcımın verdiği yangını söndürmeye yetmiyordu.

Odaya düşen yağmur sesleri, iki suskunun yerine döküyordu gözyaşlarını. Pencereye vuran damlaların tok sesi odanın içine taşıyordu. saydam camda bıraktıkları izler koyu bir görünüme sahipti. Dudakları  iğneye geçirilen bir iple dikilmiş, ikisinin dudaklarından da tek kelime çıkmıyordu. Gözleri sıkıca kapalıyken, biri zifirilerini diğeriyse güneşlerini örtmüştü. İkisi de karanlığa sığınmış ve acılarını hissediyorlardı. Acı... Nasıl bir tarifi vardı bu duygunun? Kor ateşte kızdırılan bir hançerin, yüreğe saplanması mıydı? Nereden geldiğini bilmediğiniz bir elin, acımasızca, tüm gücüyle yüreğinizi sıkması mı? On binlerce iğnenin kezzaba batırılıp, kalbe batırılması mıydı? Peki acı yalnızca kalpte mi hissedilirdi? Böylesine yoğun, böylesine delice...

Dudaklarında ki dikiş tutmamış olacak ki sonunda dudaklarını araladı, Mahru. Biliyordu ki ne dese boşunaydı? Anne acısı hiçbir şeye benzemezdi. Bu yüzden onu teselli etmek gibi bir hataya düşmeyecekti. Çünkü bu acıya hiçbir teselli işe yaramazdı. Kendisinden biliyordu... Üstelik Akif Barın'ın bana acıma naralarını dinlemek istemiyordu. Ona acıdığı falan yoktu. Bir çeşit şefkat duyuyordu. Hissediyordu, Akif Barın'ın bu gücünün altında yatan derin bir acı vardı. Onunla bir şeyler paylaşarak kendisini iyi hissediyorsa yanlış bir şey yaparak, onu yine kendisinden uzaklaştırmak istemiyordu.

"Bir ay doğar ilk akşamdan geceden, neydem neydem geceden."

Akif Barın onun sesini duyunca istemsizce karnına sardığı kollarını sıkılaştırdı. İtiraf etmesi gerekirse bunu beklemiyordu. Üzgünüm tarzı bir şeyler söyler sanmıştı ancak görüyordu ki yanılmıştı. Bu kendisini oldukça memnun etti. Kimsenin tesellisine ihtiyacı yoktu. Yalnızca Mahru'nun yanlış düşüncelere kapılmasını önlemek için söylemişti çocukluğunun derin yarasını.

"Şavkı vurur pencereden bacadan,

Dağlar kışımış, yolcu üşümüş nasıl edem ben.

Uykusuz mu kaldın dünkü geceden neydem neydem geceden."

Mahru babasının çok sevdiği şarkıyı söylemeye devam ederken babasının ve annesinin yüzlerini hatırına getirmeye çalıştı. Annesinin silik silüetinin yanında babasının ki daha parlaktı. Zihninin perdesine yansıyan silüetlerini izlemeye başladı özlemle. Annesinin yüzünü hayal meyal hatırlıyordu ve bu canını yakıyordu. Annesinin tüm fotoğrafları o yangında küle dönmüştü. Babası ise o yangınla canını vermişti. Zihninin perdesi alevler içinde yanmaya başladığında acı içinde izlemeye başladı. Alevler önce annesini aldı içine sonra babasını... Geriye sadece külleri kaldı. Dudaklarından ezgiyle dökülen türküyü söylemeye devam etti. Babası bazen dertlendiğinde bu türküyü söylerdi uzaklara bakarak. O zaman biliyordu ki babası annesini özlüyordu.

MÜSLÜMAN MAFYAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin