''İlerlemek istiyorsanız, yapmaktan korktuğun ama yapmadan da yolunun açılmayacağı şeyi yapmalısın'' William Shakespeare
Aydınlığın bitip de, karanlığın başladığı noktada durdum. Kalbim kulaklarımda zonkluyordu. Yanaklarım ve boynum yanıyordu. Korkuyormuydum, evet. Bunu yapmam gerekiyormuydu, yine evet. Elimi yavaşça kaldırdım ve karanlığa uzattım. Karanlıktaki el, elimi sıkıca tuttu ve beni kendisine çekti, yavaşça karanlığın içine çekildim.
O kadar heyecanlıydım ki... Hızla nefes alırken, karanlıktaki adam beni dizine oturttu ve hala tuttuğu elimi, bırakarak elini omzuma doğru yol aldırdı. Bense ellerimi dizlerime koydum. Sanki karşımda kutsal bir varlık vardı ve ben dokunmaya korkuyordum. Dokunursam yanmaktan korkuyordum, günaha girmekten korkuyordum...
Aslan, burnunu saçlarıma değdirdi. Saçlarımı koklayarak sırtıma indi. Sanki yıllarca oksijensiz kalmış ve şu anda havaya kavuşmuş gibi çekti beni içine. ''Hep bunu hayal etmiştim'' dedi kulağımın yanına getirdiği dudaklarıyla. Bir süre özlemle sadece ellerini saçlarımda gezdirdi ve beni derin derin içine çekti.
Ardından bir elini bacağımın altına, diğer elini sırtıma koyarak koltuktan kalktık ve ben onun kucağında karanlıktan aydınlığa doğru yürümeye başladık. Nefesimi tutmuş bir şekilde, benim demin kalktığım ikili koltuğa doğru yol aldık. Gözüme çarpan ilk önce şık gri takım altı ve hapsolduğu karanlığı kadar siyah gömleği oldu. Vücudundan suratıma çarpan parfümü, daha önce hiç duymadığım bir kokuydu.
Koltuğa oturduğumuzda, beni yine dizine oturttu ve utangaç bakışlarımı yavaşça kaldırarak yüzüne baktım. Gördüğüm görüntü, zihnime büyük buz kütleleri fırlattı!
Simsiyah hafif dalgalı şaçları, buğdayın en hafif tonundaki ten rengi ve yoğun saçlarıyla aynı siyahlıkta, parlak simsiyah gözleri vardı.
Kusursuzca erkekliğini gösteren geniş bir çenesi, hafif dolgun dudakları, geniş alnına dökülen siyah saçları ile oldukça yakışıklıydı. Yakışıklılıktan önce etkileciydi.
Tüm bu kusursuzlukla tezatlık oluşturacak şekilde sağ gözünün hemen yanından başlayan şakağından yanağına ve oradan da boynunun biraz altına doğru inen yanık ve buruşmuş teni bu kusursuz yüze hüzün katıyordu.
Elimi yavaşça bu tarafa uzattığımda ''Yüzüme dokunmak yasak!'' dedi duygusuz tonuyla ve elim havada kaldı. Gözlerimi kırpıştırarak, elimi derhal geri çektim, içimde kocaman bir merhametle ona sarıldım ve suratımı boynuna gömdüm.
Ne ironik bir andaydım yine(!). İçimden kendime bildiğim en büyük küfürleri ettim. Bu adamın bana yaşattıklarından sonra, suratına bile bakmayacakken. Bu adamdan ölümüne nefret edecekken, ona karşı hissettiğim bu merhamette neyin nesiydi?
Bu yaralı yüz, kalbime çok ters bir etki yaptı. Bunu hiç tahmin etmemiştim ve diyecek hiçbir şeyim yoktu. Tabiki onun bu hali yaptıklarını affettirmiyordu ama şu anda fazlasıyla hazırlıksız yakalandığım bu olay, ona karşı kötü davranmamalıymışım gibi hissettiriyordu.
Genç adam şaşkındı. Yavaş yavaş bu kızda onu çeken şeyleri birer birer görebiliyordu. Adamın yüzünü gördüğünde kızın bakışları ilk önce saçlarından gözlerine, gözlerinden çenesine kaymıştı. Yaralı tarafına baktığında ise, sanki yarayı anlamaya çalışır gibi, sanki yarayla konuşur gibiydi kız... Adamın suratına bakan herkesin istisnasız suratlarını buruşturmalarını, gözlerini kısmaları, acıyarak bakmalarının hiçbiri bu kızın bakışlarında yoktu.
Kızın kendisine sığınır gibi, sarılıp boynunun altına gizlenmesiyle, yaptığı tüm kötülükler yüreğine saplandı adamın. Adam kızı sıkıca kucağına aldı ve odasına doğru götürdü. Kızı yavaşça yatağa bıraktı ve masanın üzerindeki çekmeceden sakinleştirici çıkararak suya attı. Ardından elindeki bardakla yatağın yanına gitti ve bardağı kıza uzattı.
Elini korkarak bardağa uzatan kıza ''Eğer bana yardım edersen, benimde sana yardım edeceğimi söylemiştim. Rahat uyuman için'' dediğinde kız elindeki bardağı çoktan kafasına diklemişti. Adam ışığı kısarak, yatağa girdi ve kızı belinden tutarak iyice kendine çekti.
''Bu karanlıktan beni sen çıkaramazsan, başka da kimse çıkaramaz'' diye kulağına fısıldadı kızın.
Adam, tüm bu olanlara mantıklı hiçbir açıklama bulamazken, kendini uzunca bir süredir bu kadar güvende hissetmeyen Eylül, ona işkence eden ama şu anda huzur veren bu kollarda, hiç düşünmeden gözlerini kapattı ve uykuya daldı.
Tüm gece uyumadan Eylül'ü izledi Aslan. Eylül'ün çırpınarak üzerinden bir şeyleri atmasını, kafasını sağa sola çevirmesini, böcek diye uykusunda sayıklamasını izledi. Eserine baktı ve Eylül'e daha da sarıldı.
Sonra kızın ona söylediği sözler aklına geldi.''Sen birinin canını acıtırsan, kendi canını acıtırsın. Birine yardım edersen, kendine yardım edersin. Bu yaptıklarınla aslında kendine zarar veriyor olman ve bunu farkında olamaman çok üzücü'' ne denebilirdi ki... Eylül haklıydı, başkalarının canını yakarken aslında kendi canını yakıyordu. Acı verirken, kendi içinde hissettiği acıdan zevk alıyordu. Bu küçük kızın göreviydi, içindeki bu garip acıyı dindirmek.
Aslan bunun daha yolun başlangıcı olduğunu biliyordu. Eylül'ün ona yine karşı geleceğini ve içindeki sadist tarafın asla tatmin olmayarak bu kıza işkenceler çektireceğini biliyordu.
Çünkü kendini tanıyordu. Bu kızı mahvetmek pahasına da olsa, Eylül'ü asla bırakamayacağını da biliyordu.
**
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIN YÜZÜ (TAMAMLANDI)
General FictionTüm dünyanın ona ait olduğunu zanneden bir avcının hikayesi... Yalnızlığından güçlenen, karanlıkta avlanan, bedenini başkalarının acılarıyla besleyen bir sadist. Hüznün şarkısını fısıldayarak gelen bir Eylül... ~~ஐ ''Karanlığından ne zaman çıkaca...