BÖLÜM47 ''YETİMHANE''

30K 1.5K 250
                                    

7 YIL SONRA, İSTANBUL'DAKİ BİR YETİMHANE

*~*

Gözlerimi yeni bir sabaha daha açtığımda, bu sabah da uyanabildiğim için masum bir mutluluk hissettim. Çünkü yaşamak güzeldi. Her sabah aydınlanan gökyüzünü görmek, koşmak, haftada bir yemekhanede pasta çıkması... bunların hepsi güzel şeylerdi.

Özellikle kış aylarında birçok arkadaşım hastalanırdı ve yaza kadar revirde kalırlardı ya da hastaneye gönderilerdi. Odalar, küçük bedenlerimiz için fazla soğuktu ve benim bu koşullarda sağlıklı olarak hayatıma devam etmem, büyük bir güzellikti.

Bakıcılarımızın, içimizden birilerinin hastaneye gitmesine sevindiklerini biliyorduk. Çünkü işleri azalıyor, kafaları rahatlıyordu. Bu acımasız tavırları, korkunçtu. Fakat, azalan işlerden dolayı arta kalan zamanlarında yine de hayata küfrediyorlardı.

Onların bizi üzmesine karşın, mutsuz olmalarını diliyordum ama belki çocukları vardır diye hep bu dileğimden vazgeçiyorum.

Yattığım yerden dışarı baktım. Kar bugünde yağmamıştı. Ben ve arkadaşlarım günlerdir karı bekliyorduk. Kışa rağmen, güneş tüm heybetiyle oradaydı ama ısıtmayan samimiyetsiz güneşlerdendi bu.

Ranzadan aşağıya atladım. Duvardaki koca beyaz saatin akrep ve yelkovanı, hızlı olmazsam kahvaltıyı kaçıracağımı söylüyordu.

Koşarak dolabımın yanına gittim. En sevdiğim bordo kadife pantolonuma ve üzerime giydiğim beyaz kazağıma baktım. Kazağımın kolundaki minik vişne suyu lekesi kaşlarımı çatmama neden oldu ama aldırmadım. Her şeyde sakarlığımın bir izi vardı zaten. Yalnızca, daha fazla kirletmemeyi diledim, yoksa azar işiteceğimi biliyordum. Bakıcılarımız hatalardan hoşlanmazlardı. Biz minik şeytanlardık onlara göre ve 'yanlışlıkla' diye bir kelimenin onlarda anlamı yoktu.

Küçükken kalbim kırılıyordu fakat değersizliğimi zamanla kabul ettim. Soğuktan akan burnumu çekip, botlarımı da giyerek yemekhaneye doğru yürümeye başladım. Yürürken beceriksiz ama alışkın ellerimle saçımı ördüm.

Yemekhanede perşembe günlerinin coşkusu vardı. Bugün ziyaret günüydü, herkes güzelce giyinir ve gelen misafirlerin getirdiği oyuncaklardan payına düşeni sevinçle alırdı.

Ben gelen her misafirin gözlerine bakar, beni götürmelerini istediğimi anlatırdım. Bu huyumdan hiç vazgeçmedim. Benim gibi oyuncak yerine, gitmeyi dileyen başka arkadaşlarım da vardı ama benim tavrım daha farklıydı: Onlar ziyaretçilerin dizine sarılır, krize girmiş gibi ağlarlardı. Bu hiçbir işe yaramazken bir de bakıcılardan dayak yemelerine neden olurdu. Bir süre sonra onlarda bu huylarından vazgeçip, oyuncaklarla mutlu olmaya başladılar.

Beni ise kimse fark etmezdi, alıp götürende olmamıştı ama ben hala vazgeçmemiştim. Savaşımı içten içe(yazar bunu yazarken tebessüm eder) devam ettiriyorum. Umutsuz çocuklar gibi olmak, kendimi yetişkinler gibi hissettiriyordu ve bu rahatsız ediciydi.

Kahvaltı saatinin bitmesine yakın, bahçedeki demir kapının açılması ve ardındansa çakıl yollarda tekerlek sesi duyuldu. Kahvaltsını bitirenler, koşarak salondan çıktılar. Ben kahvaltımı bitirmediğim için oturmaya devam ettim ve camdan gelen arabayı izledim.

Siyah renkte bir mafya arabasıydı gelen. Arabadan uzun boylu, iri bir adam hızla indi ve koşar adım arabanın otomatik açılan kapısına doğru giderken, bir çocuk sabırsızca arabadan atladı. Üstünde gıcır gıcır parlayan mavi bir mont vardı.

Çocuğun gözleri reklam fimlerindeki çocuklar gibi parlıyordu. Hiçbir arkadaşımın gözleri böyle parlak ve siyah değildi. Yaşlı kadınların boynuna taktığı beyaz büyük boncuk varya, hani istiridyenin içinden çıkan. Eğer onların siyahları varsa, bu çocuk gözlerini onlardan çalmıştı.

KARANLIĞIN YÜZÜ (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin