Kendim etmiş, şu anda da bu cezayı kendim bulmuştum. Kendime küfür savurarak yataktan çıktım. Banyodaki işimi hallettikten sonra, kıyafet odasına geçtim. Kahverengi boru paça pantolon ve üzerine beyaz renkte askılı bir atlet giydim.
Tekrar odanın içine girdim. Saçlarımı salık bıraktım. Aslan'ın bana nasıl bir ceza vereceğiyle ilgili en ufak bir fikrim yoktu. Bu cezayı hakettiğimi kendi kendime itiraf ettim. Dün banyoda düşünürken bağzı kararlar almıştım. Benim için hayati önem taşıyan üç karar almıştım.
Birincisi; bir aptal gibi davranmayacaktım. Ikincisi; Aslan'ın benden sıkılacağı günü sabırla bekleyecektim. Üçüncüsü o günü beklerken, taşkın davranışlarda bulunmayacak buradaki kaderime razı gelecektim.
Aslan beni pençesinden bırakmadığı sürece, buradan kurtuluşum yoktu. Sonuçta ben aykırı davranışlarda bulunmadığım sürece, bana cezada vermeyecekti. Tek dayanağım da buydu zaten. Burada kaldığım zaman içinde acı çekmemek için, uslu bir kız olacaktım.
Tamam burada zorla tutulmam ve Aslan gibi birine maruz kalmam, onun dediklerine itaat etmem başlı başına acı nedeniydi ama garip bir şekilde Aslan'nın sanki kibar olduğunu düşünüyordum. Yani bir şekilde iyi bir yönü vardı sanki. Kendime bön bön baktım. Ne kadar, burada kalmana kılıf uydurmaya çalışırsan çalış Eylül ama olmuyor. Burada kalmamın hiçbir mantıklı açıklaması yok!
Ben kendi kendime delirmek üzereyken kapı açıldı ve karşımda Hakan'ı gördüm. Uzun boyu, yapılı vücudu, bakır rengindeki saçları ve içe batık ela gözleri vardı. Yakışıklı sayılmazdı ama ilgi çekici bir yanı vardı.
''Eylül Hanım'' sesi erkeksi ve duygusuzdu, her zamanki gibi.
Oturduğum sandalyeden kalkarak ona doğru yürüdüm. Bir yandan da zihnimdeki sorulardan birkaçını ona yöneltme planı içindeydim.
''Bana yalnızca Eylül diye hitap edemez misin?'' sevimliydim bunu sorarken.
''Maalesef Eylül Hanım'' tüm sevimliliğimi kırarak, katı bir şekilde sarf etti bu cümleyi bana.
''Bu mesafe, bu soğuk duruş işiniz dolayısıyla büründüğünüz bir maske mi, yoksa hep mi böylesiniz?'' dedim diğer korumları da kastederek.
''Yaptığımız iş bunu gerektiriyor Eylül Hanım'' cevabı net ve son sözü söyler gibiydi ama pes etmedim.
''Im anlıyorum Hakan Bey ama bir şey dikkatimi çekti, siz Aslan yani Aslan Bey'e 'abi' diyorsunuz?'' sorduğum soruyla Hakan'ın bir an gerildiğini hissettiysem de hemen söze girdi.
''Bu apayrı bir şey, sizinde dediğiniz gibi bir tek bana mahsus bir şey'' dedi gerginlikle. Hem sorularımı cevapsız bırakmama nezaketini gösteriyor hem de bana fazla bilgi vermek istemiyordu.
''Yani Aslan için özel birisin'' dedim 'özel' kelimesini vurgulayarak.
Koridorun ortasında durdu ve ''Aslan bey için hiç kimse özel değildir, o kimseye değer vermez'' o da 'değer vermez' kelime öbeğini vurgulayarak söylemişti. Konu hiç açılmamak üzere tamamen kapatılmıştı. Nasıl kimseye değer vermez, bir aileside mi yoktu ya da arkadaşı? Kafamda milyon tane soruyla sustum.
Ben koridorları çelik kaplama gibi olan kata ineceğimizi düşünürken Hakan beni dış kapının olduğu kısma doğru yönelendirdi. Dışarı mı çıkacaktım?
Evin kapısından çıktık. Siyah bir minübüsün yanına doğru ilerledik. Kapıyı bir koruma açtı. Hakan girmem için işaret vererek bekledi ama emin değildim. Sonuçta cezama böyle gezmeye gider gibi gitmek garip gelmişti. Sabırsız bakışlarla bana bakan Hakan'a direnemedim ve arabanın içindeki geniş oturma bölümüne oturdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIN YÜZÜ (TAMAMLANDI)
General FictionTüm dünyanın ona ait olduğunu zanneden bir avcının hikayesi... Yalnızlığından güçlenen, karanlıkta avlanan, bedenini başkalarının acılarıyla besleyen bir sadist. Hüznün şarkısını fısıldayarak gelen bir Eylül... ~~ஐ ''Karanlığından ne zaman çıkaca...