Kalbim dava açtı, aklıma: Zararlı maddeleri barındırma suçundan. Davayı kalp atışlarım görüyor. Suçlu benim. Kalp atışlarım kararı veriyor, cezam müebbet aşk...
Onu sevdiğimi artık kendime bile itiraf edemiyordum, suratına baktım.
''Senden nefret ediyorum'' dedim.
Bakışları kısıldı, siyah incileri yüzümde keşfe çıkmıştı. Daha erken gelmeliydi. Ben az önceyi yaşamamış olmalıydım ya da beni hiç yalnız bırakmamış olması gerekiyordu!
''Bunu zaten biliyorum Eylül'' sesi boğuk çıkmıştı. Ona Yağmur'la konuştuklarımızdan bahsetmek, her şeyi anlatıp aklımdaki tüm soruları sorma isteği doğdu içimde ama bu isteği şiddetle bastırdım.
Çünkü öğrenmek zarar veren bir şeydi. Öğrendiklerim, tüm benliğimi etkileyen acı sancılar doğuracaktı zihnimde ve Aslan'ın asla bana gerçekleri tamamıyla anlatmayacağını biliyordum. Bilmem gerektiğini düşündüğü yerleri anlatmıştı zaten, fazlasına haddim yoktu onun gözünde.
Ben onun da dediği gibi yalnızca oyuncaktım bu hikayede. Masal artık bitmişti.
Oturduğum tabureden kalktım, Aslan'ın yanında yürümeye başladım. Dudakları sessizce örtülmüştü. Dışarı çıktığımızda ceketinin cebinden sigarasını çıkardı ve yaktı.
Derin soluklar aldı arabaya gidene kadar. Duman uzun süre yüzünü sardı. Akciğerlerimin hoşuna gitmese de onun zehrini ben de içime çektim.
''Yoruldun galiba'' soru anlamı taşıyan cümlesine acı bir tebessümle baktım.
''Çok yoruldum'' dedim.
Arabaya bindiğimizde soğuktan üşüyen bedenim, sıcaklığın etkisiyle gevşedi. Maskemi özensizce çıkardım. Kafamı arkama yaslayıp, uyudum.
Boşlukta sallanan bedenimin hissiyle, gözlerimi hızla açtım. Yumuşacık göğsündeydim. Merdivenlerden çıkıyorduk. Odama girdiğimizde, beni yavaşça yatağımın üstüne bıraktı. En ufak bir darbede kırılacak bir şeymişim gibi, özenli davranıyordu bana.
Ayak bileğimi yavaşça tuttu ve ayakkabımı çıkardı. Parıldayan ay ışındaki suratına baktım. Açık gözlerimi fark etti hemen. Gözleri gözlerimde dondu.
''Artık gitmem lazım'' bir kedinin acı inlemesi gibiydi sesim. Huzursuz bir nida...
Aslan kuruyan dudaklarını araladı. Gözleri huzursuz bir ifadeye büründü. İtiraf sırasındaki zanlı gibiydi. Baskı altında ve gergin.
''Hiçbir yere gidemezsin sana ihtiyacım var.'' söylediği şeye acıyla güldüm.
''Bana mı ihtiyacın var, yoksa işkence yapacağın birine mi?''
İyice dikleşti. Az önce acımasız bir yönü yokken, gözleri tekrar nefretle bakmaya başladı. Hissiz olduğunu unutmuş da şimdi aklına gelmiş gibiydi.
Samimiyetsiz gülümsemesini dudaklarına kondurdu, halbuki bu gülümseme ona hiç yakışmıyordu.
''Herhangi birine.'' Yatağımın kenarından kalktı ve kapıya doğru uzun adımlarıyla hızla yürüdü. Kapım kapandığında, tenimi yakan yaş tanesi yastığıma kaydı.
Yatakta doğruldum. Ayaklarımı sarkıttım ve kollarımdan güç alarak kalkmaya çalıştım. Sanki bedenim hislerini kaybetmişti. Vücudum bile yaşamamı reddederken, ben neden ısrarla yaşamda tutunmaya çalışıyordum?
Elbisemi çıkardım. Özenle askıya astım. Çırılçıplak vücudumla, makyaj masamın önüne oturdum. Makyaj temizleme losyonunu, bir pamuğa döktüm. Yavaşça yüzümdeki boyaları çıkardım. Saçlarımı açtım, zorla da olsa taradım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIN YÜZÜ (TAMAMLANDI)
Aktuelle LiteraturTüm dünyanın ona ait olduğunu zanneden bir avcının hikayesi... Yalnızlığından güçlenen, karanlıkta avlanan, bedenini başkalarının acılarıyla besleyen bir sadist. Hüznün şarkısını fısıldayarak gelen bir Eylül... ~~ஐ ''Karanlığından ne zaman çıkaca...