Sınır koyarım geçmez, yorum beklerim gelmez, niye 🤦🏻♀️ Cidden niye bana bunu bi anlatın lütfen.
Bölüm şarkısı;
Melike Şahin-Deli KanVe sen ki avuçlarıma yıldızlar koyan adam, geceni kucaklamazsam dudaklarım kanamaz mı?
Efes'in Dilinden Devam;
Kül kedisi masalında olduğu gibi, saat on ikiyi göstermeden eve gitmek için türkü bardaki halayı yarım bırakmış, deliler gibi istiklal caddesinde koşmaya başlamıştık. Kimse ayakkabısının tekini türkü barda düşürmedi, sadece üzüntülerimizi, üzüldüğümüz herşeyi tanımadığımız insanlarla çektiğimiz halayda, miskette bıraktık .
İstiklal caddesine gece uğramamıştı, seyyar satıcılar hala ekmek paralarının derdindeydi. Kış ayının vazgeçilmezi olan kestane kokuyordu dört bir yanımız.Bu koku çocukluktan kalma anıları yad ediyordu. Geçmişe içten içe özlem çekiyordum. Köyde geçmişti çocukluğum. Sabahları altıda herkes uyanır kahvaltı yapılırdı.
Kahvaltı dediğime bakmayın, bir zeytin dahi yoktu o sofrada.Babaannem herkesten önce uyanır, akşamdan hazırladığı mayalı hamuru pişirip, yanına çayı demledimiydi kahvaltı hazır olurdu.
Ekmekle çay değildi tek malzeme.
Yazın bin bir çeşit meyvenin pekmezi yapılırdı. Her sabah kahvaltıda iki tabak pekmez bitirirdik. Tavuk vardı fakat yumurta misafirler için toplanır saklanırdı.Son bahar ayı geldiği zaman toplanan fındıklar satılır, ödül olarak et alınır akşamda ziyafet çekerdik.
Dağdan bayırdan odun toplar, kışa hazırlanırdık. Kestane mevsimi gelince sabahları gün ağarmadan kalkar toplamaya giderdik. Ellerimize batardı o kestanenin kabuğu. Canım acıyınca savaşa girerdim topaçlarla.
Döve döve açardım içini.Akşam olduğu zaman amcamlar kestanenin üstüne çizik atıp sobanın üstüne koyardı. Pişenleri kim kaparsa o yerdi. Yoktu öyle ikram etmek falan. Bir kestane için birbirimizi kırdığımız günleri özledim...
Her çeşit insan vardı bu caddede .
Sokak lambaları ve led ışıklı tabelalar gecenin karanlığından eser bırakmamıştı.
Son otobüse yetişmemiz gerektiği için koşmaya devam ettik.
Bugün kendimi çok fazla yormuştum, bir an önce dinlenmem gerekiyordu.Durağa gelip otobüslerin geliş gidiş saatlerini gösteren tabelaya baktık. On dakika sonra gelecek diyordu, terimiz soğuduğu için üşümeye başlamıştık.
Elimi tuttuğundan cebime sokamıyordum ellerimi. Olduğum yerde ufak ufak zıplamaya başladım.
Okan, önce anlamsız bir bakış attı "Üşüyorum."deyince benim gibi zıplamaya başladı. Çok vakit geçmeden popcorn gibi tepinmeye başladık .
Olduğumuz yerde halay çekiyorduk. Müzik yoktu, ihtiyaç duyulmadı pek .'Ve dans ederken görülenler deli sanıldı; müziği duymayanlar tarafından...' Onlar yaşayan ölülerdi, bilmezlerdi asıl deliliğin sıradanlık olduğunu.
Herkesleşmiş hayatlar yığını bu şehir.
Herkes bir gün delirecek, ya sevmekten yada sevilmemekten...Otobüs gelmemişti ama son minibüsü yakalamıştık, son olduğu için mi bilmiyorum ama tıklım tıklımdı, iğne atsan yere düşmez denir ya işte kelimenin tam anlamıyla böyleydi.
Bir kaç durak sonra hemen önümde oturan amca kalkınca diğer oturmak için can atan kızı bir hışımla itip kendim oturdum. Toplu taşıma araçlarında mütevazilik söz konusu değildir, bence.Kız ters bakışlar atarak arkaya doğru ilerlerken minibüs durdu, içeriye dört kişi bindi. Bir kişi iniyor dört kişi biniyordu, haliyle Okan cama yapıştı, akvaryumda susuz kalmış balık gibi can çekişiyordu. Neyse ki bir zaman sonra binen değil inenler çok oldu.
Okan tam oturacaktı ki mahalleye geldik, şansı yok bu çocuğun.
Hayattaki tüm şansını beni severek kullanmış sanki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Deli Dolu
Teen Fiction"Okumadan evvel, karakterlerin liseli olduğunu ve yaşanacak tüm deliliklerin onlar için sıradan olduğunu unutmayın." Bir kız dert oldu ve bir çocuk pert oldu. Piç oldu, Yok oldu, hiç oldu... Bu hikâyede yaşanılan ve hissedilenlerin yüzde elli gerç...