26. Bölüm: Panzehir

52 11 0
                                    

Her zerresi zehirle yoğrulmuş birini Panzehir bilmek, cinayet sebebimiz olur muydu?

Gözünü kapattığı gibi gözlerinin önüne ya çocuktaki Güneş kolyesinin kıvrımları geliyordu, ya da Gök'ün kanlar içindeki hali.

Bembeyaz tüyleri kanla kaplanmıştı, beyazlığını kızıla boyamışlardı. Kanlı ellerine baktı. Zihnine doluşan kanlı geçmişinden anılar, geldiği gibi gitsin diye kafasını duvarlara vurmak istedi. Ancak yanında bulunan çocuk yüzünden yapmamıştı bunu, yapamamıştı. Yine de kafasını çocuğa hissettirmeden geriye çekti, sessizce ve sertçe duvara yapıştırdı.

Acı hissetmek istedi. Canı o kadar yansın bir daha acı duymasın istedi. Avucunu sıkabildiği kadar sıktı, tırnakları avucuna batıyordu. Hafiften bir yanma hissetse de acıyı pek hissettiği söylenemezdi. Avucunu belki yarım saat belki daha fazla öyle tuttu. Sıktı, daha çok sıktı, sıkabildiği kadar sıktı.

Avucunda tırnak izleri oluşmuş, kanıyordu. İçindeki yaralara ek avuçlarında da yara izleri vardı artık. Avuçlarında takılı kaldı gözleri. Yaralarına tuz basmak gibi mazoşist bir fikir belirdi zihninde. Canını çok yakarsa, fiziksel acı duyma eşik değerini arttırır, acıya toleransını yükseltirse ruhsal acı duymayabilir miydi? Fiziksel acıları ruhunun çektiği acılara gölge olabilir miydi? Unutabilir miydi geçmişi? Unutmak istiyordu. Ölmeyi istediğinden daha çok unutmak istiyordu.

Veteriner odadan çıkınca yerinden bir hışımla kalktı. Odanın ortasına doğru yürürken avcunu pantolonuna sildi. Çocuk da kalkmıştı yerinden. Saniyeler sonrasında veterinerle konuşuyorlardı. Gök'ün durumu düzelmişti az da olsa. İyileşecekti. O an dünyalar onun oldu. Esila, hayatında ilk defa bu kadar mutlu oldu.

Çocuk iyi haberi almasıyla gülümsemiş kapıya doğru adımlarını atmaya başlamıştı.
"Bir vedayı çok mu görüyorsun, panzehir?"

Esila'nın dediğiyle arkasını dönmüş, kıza sorarcasına bakmıştı. Tek kaşı havalanmıştı ve beraberinde içindeki tüm merak duyguları da. Kız ona neden panzehir demişti? "Panzehir?"

"Evet, panzehir. Panzehir gibi yettin yaralarımıza, panzehir gibi kurtarıcı oldun. Hayat kurtardın. Tüm zehri akıttın ellerinle, ölümü savdın. Ne kadar teşekkür etsem az. Adını bile bilmiyorum ama sana borçalandım çocuk."

Şinigami donup kalmıştı. Kız ellerinin kanlı izlerinden habersiz bir hayat kurtardın diyordu. O nefes aldıkça ölüm saçıyordu, onun nefesi ölüm kokuyordu. Kız hayat kurtarmaktan bahsediyordu. O zehrin ta kendisiyken, elleri hayatları zehirlerken, dudakları kelebeklerin yüreklerine zehir akıtırken ona Panzehir demişti kız. Kızın her şeyden habersiz yaptığı ironiye gülümsedi.

"Borçlu değilsin, küçük. Yapmam gerekeni yaptım. Ve adımı bilmesen de olur. Bir daha karşılaşmayacağız nasıl olsa. Bırak hatrında panzehir olarak kalayım."

Kızı ardında bırakmış, kapıyı çekip çıkmıştı. Metrelerce yol yürüdü, nereye yürüdüğünü bilmeden. Bilinçsizce yürüdü, benliğini unutarak yürüdü. Leylasına kavuşmak isteyen Mecnun gibi görünse de dışardan aslında beyin kabuğu çıkartılmış güvercin gibiydi. Tüm düşünme yetisi alınmıştı sanki elinden. Zihnini meşgul eden tek kelime vardı. O da Panzehir idi.

Çok değil daha bir kaç gün önce yılanları ile zehirleyerek Eslem'i komalık etmişti, belki de bir daha uyanmamak üzere. Şimdi ise ona panzehir diyordu biri. İlk defa bir lakabını Şinigami kadar sevmişti.
Ve yüreğine bugün mesken tutmuş körpe duygular, iliklerine kadar huzursuz etmişti onu. Dünyadaki onun dışında kalan katiller gibi duygusuz olmak istedi. Kurbanlarına sempati beslemekten nefret ediyordu.

Yorulmuştu yaşadıklarından. Bir katilden fazlası olmak yoruyordu onu. İçinde kırık oyuncağıyla oynayan küçük çocuğun varlığı, nöbetlerinin tekrardan başlamasına sebebiyet verecekti. Her ölümden sonra içinin en acıyan köşesine sinip ellerini bacaklarına sararak kendini sarmalayan o çocuk. Hani her ölümde zırıl zırıl hıçkıra hıçkıra ağlayan o çocuk. Onu da öldürmek istedi. Ancak onu öldürmek canından öteye koyduğu birine büyük bir ihanetti.

Esila çocuğun çarpıp çıktığı kapıya bakıyordu hala. Kapı bir öne geliyordu, bir geriye gidiyordu. Eski usül yemekhane kapılarını andıran bu kapı, çıkardığı seslerle sinir bozucu olsa da çoğu zaman; Esila'nın umrunda değildi bu durum. Zihnini meşgul eden düşünceler kapının çıkardığı seslerle uyumlu hareket ederken onun da Şinigami gibi zihnine mesken tutmuş tek düşünce Panzehir idi. Ancak o, Şinigami gibi Panzehir'in anlamını kendisiyle bağdaştırıp düşüncelerinde kaybolmuyordu. Kızın aklında Panzehir'in ona neden yalan söylediği vardı.

Panzehir'in taktığı güneş biçimindeki kolye özel tasarım kolyeydi. Bunu çocuk kendisi söylemişti ve ona çok sevdiği birinden kaldığını söylemişti. Kolye özel tasarım kolyeyse hem kızda hem çocukta bulunamazdı, her kıvrımına kadar aynı olacak şekilde hiç bulunamazdı. Yani Esila'nın düşüncelerine göre ya kolyeyi birlikte yaptırmışlardı ya da Panzehir kolyeyi kızdan almıştı. İki türlü de birbirlerini tanıdıklarını gösterse de bu durum, Esila'nın aklına gelen bir ayrıntı durumu hafiften aydınlatır nitelikteydi.

Panzehir kolyeyi çok sevdiği birinden almıştı ve intihar ettiğini de söylemişti. Yani kızı tanıyordu hem de çok yakından. Peki neden Gök'ü tanımıyor gibi davranmıştı? Çocuk başından beri bu konuda yalan söylerken Esila'nın zihnini meşgul eden düşünceler bu yöndeydi. Kafasını kaldırıp tekrar yola baktığında sol avcu kaşınmaya başlamıştı. Bu iç güdülerinin ona doğru yolda olduğunu söylediğinin göstergesiydi ve Esila nasıl bir durumda olursa olsun iç güdülerini dinlerdi. Kapının hareketini durdurup tok sesle kapanması ve bunu yaparken zili çalması Esilaya zamanın daraldığını ve hızlı olması gerektiğini söylüyordu. Esila da harekete geçmesi gerektiğinin bilincinde veterinere bir not yazmaya başladı. Gök'ün durumu hakkında onu haberdar etmesini, tekrar geleceğini yazmış notun sonuna numarasını yazmıştı. Kapıya içerden görünecek şekilde asıp ceketini aldıktan sonra çocuğun ardından fırladı.

Yolun dümdüz olduğu ve şu anlık kollara ayrılmadığı için şükretti. Çocuğu kaçırmamıştı. Fark ettirmeden takip etmeye başladı çocuğu. Tenha bir sokağa geldiklerinde etrafına baktı. Sokak güzel olsa da tekin bir yere benzemiyordu. Çocuğun nerede olduğuna baktı çalının arkasına iyice sinerek. Graffiti yapılmış bir duvarın önündeydi. Orada durmuş duvara bakıyordu.

Çocuğun ne yaptığını sorgularken telefonu cebinde titredi. Telefonu titreşimde olduğu için bir kez daha şükretti kız. Bugün şanslı gününde olmalıydı. Arkasını dönüp mesajı açtı. Arkasını dönmesi telefonun ışığı gözükmesin diyeydi. Mesaj Ecrindendi.

My twin: Neredesin? Okula gelmeyi düşünmüyorsun herhalde? Hadi ama ikiz. Endişelenmeye başladık.

Ecrin Bukre'ye "Geliyorum ikiz." yazdıktan sonra telefonu cebine koyup önüne dönmüştü. Ancak Panzehir ortalıkta koydu. Şaşırmıştı Esila. Göz açıp kapayıncaya kadar nereye gitmiş olabilirdi ki çocuk?

Çocuğu kaçırdığı için kendini şanssız saydı bu kez. Kendi kendine "Demek ki şanslı gününde değilmişsin Esila." diye mırıldandıktan sonra okula gitmeye karar verdi. Çocuğun neden yalan söylediğinden daha önemli şeyler vardı hayatında. Mesela listeyi aldığını bir şekilde Mert ve Ecrin'e söylemesi gibi. Yine de duvardaki resme son bir kez bakmaktan kendini alamadı. Çocuk neden duvara o kadar bakmıştı ki? Anlayamıyordu. Bu gizemli çocuğu gördüğünden beri olan hiçbir şeye anlam veremiyordu. Ancak duvardaki resim üst düzey bir anlam karmaşası içeriyordu.

Bir yerinde simsiyah martılar resmedilmişti. Aşağılarda bir yerde siyah bir gül. Bir yerde kara dumana benzeyen bir çizim vardı. Siyah martıların yanında kızıl büyük bir kuş, deniz çizimi, hava ya da rüzgarı gösteren başka bir çizim. Bir ağaç resmi. Kan damlatan kırmızı bulut çizimleri bile vardı. Kırmızı ve siyahın hakim olduğu resimde ayrıca beyaz üç boyutlu kutucuklar resmedilmişti. Her birinin üzerinde bir sayı vardı. Ancak tüm sayılar değil. Sadece birden dörde kadar sayılar.

Ancak bunlar içerisinde en dikkat çeken; ortadaki büyük, koyu kırmızı güneş resmiydi.

Şinigami : Ölüm TanrısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin