"Cinayetime intihar süsü verenler için intiharıma süsleniyorum bu gece."
Geçmişin silik yüzüne bulanan intihar boyasının ruhumdaki çizikleri okyanus mavisine boyadığı gündü.
Sabahın 5'iydi ve ben ayaktaydım. Deliksiz bir uyku çektiğimi söyleyemem fakat uyumuştum. Az önce uyanmıştım, yatağımda oturur vaziyetteydim ve ne kadar olduğunu bilmediğim bir süredir tavanı izliyordum, bir amaç gütmeden. Düşünceler zihnimdeki bir durağa uğruyor, yolcu alıyor, bırakıyor ve diğer durağa doğru yol alıyordu. Ben ise düşüncelerimin ardından sevdiğim birini yolcular gibi bakıyordum.
Normal bir gündü. Öğlesinde intihar etmeyeceğim gibi bir gündü. Fakat edecektim. Ölüm arzusu bedenimi sarmıştı bir kere. Buradan dönülmezdi.
Sabah'ın 5'ydi. İntihar mektubumu yazmaya başladım. Zaten bu saatte ya ölümü düşleyenler ayakta olurdu ya da çoktandır ölü olarak yaşamlarını sürdürenler. Ben ikinci kısma giriyordum ve o anda bunları düşünmek yerine intihar mektubumda yazacaklarımı düşünmeliydim. Hoş zaten çok uzun sürmeyecekti, yaşayan bir ölü sıfatını terk etmem. O sıfatı terk ettiğimde aynı zamanda kendi benliğimi de terk edecektim.
Artık bir Güneş olmayacaktı. Fısıltıyla söylenen "o" olacaktım. İntihar eden kız olacaktım. Ve ismimi taşıyan bu dünyaya ait tek şey bir zamir olacaktı. Ölü.
Kendi kendime güldüm. Duygulardan uzak bir gülüştü çünkü daha öncesinde söylediğim gibi ben zaten ölmüştüm. Ölülerin duyguları olmazdı. Düşünceleri olurdu ama. Siktiğimin düşünceleri bir tek kafana sıktığında durabiliyordu. Ötesi yoktu.
Gülüşüm büyüdü, aynı şeyi bir kez daha düşündüğümde. Hatırlanmayacaktım ki. Resim atölyesinin camından gözlerinin önünde atladığım halde bile unutacaklardı beni. İsmimi unutacaklardı. Sıfatlara gerek yoktu bu yüzden. Beni o olarak bile hatırlamayacaklardı. Çünkü sıfatlar ismi nitelerdi ve ben yakın zamanda bir isim olmaktan çıkacaktım. İsim olmayan bir yerde, sıfatın da zamirin de işi yoktu öyle değil mi? Ucuz türkçe dersimi sonlandırıp ayağa kalktım.
En güzel elbisemi giydim üzerime. Bembeyaz, efil efil olan. Gece ördüğüm saçlarımı açtım. Kıvırcıklaşmıştı. Adım gibi güneş sarısı dökülüyordu omuzlarıma. Kalbime nazaran kırık yoktu saçlarımda. Çünkü abim, saçlarım söz konusu olsa bile bir yerimi kırık görmeye dayanamaz; önce saç kırıklarımdan öper, sonra kırıkların başladığı noktadan keserdi.
Ahh be abim. Keşke kalp kırıklarımı da alabilseydin ucundan masakla. Fakat kalp kesilmiyor, kan pompaladığı halde biri sizi tam sol yanınızdan yaraladığında tek damla kan akmıyor. Kırıldığında alçı tutmuyor. Dikiş de tutmuyor. Zaten hiçbir iğne dikemez kalp yarasını. Yarabandı desen yapışmaz. Sarmaya kalksan yosun tutmuş, sarmaşık tutmuş kurutmuş kalbi. Sargıyı nereye geçireceksin?
Evet, kalbin somut ve elle tutulur olduğunu iddia eden doktorlar halt etmiş. Kalp, soyuttur. Hatta bakarsan bazılarında hiç bulunmamıştır. Kalpsiz insanlıksızlar cemiyeti.Yüzümü boyadım ellerimle. Hayatımda hiç süslenmediğim kadar süslendim.
Çünkü cinayetime intihar süsü verenler için intiharıma süsleniyordum bu gece. Saat sabahın 6'sını zor bulmuştu. Ancak ben o kadar karanlıktaydım ki yüzüme aralık perdeden yansıyan güneş ışığına rağmen sabah diyemiyordum. Gün bana hiç aymazdı. Ben gecenin bir vakti uyur, gecenin bir vakti uyanırdım. Gecenin bir vakti diğer insanlar arasında yaşamaya çalışır ve gecenin bir vakti başaramaz ölürdüm.Bu günden itibaren resmi kayıtlara da ölü geçecektim. Kimse neden öldüğümü bilmeyecekti, neden yaşayamadığımı da. Abim ve Pars dışında kimse.
![](https://img.wattpad.com/cover/116369616-288-k845691.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şinigami : Ölüm Tanrısı
Misterio / Suspenso' Herkes, herkese ihanet edebilir. ' Ölümün kucakladığı çocuklar büyüttüm avuç içlerimde. Hepsi kanımdı, hepsi bendi. Kızıldandı bedenleri, siyahın karasına bulanmışlardı. Ölü doğan çocuklardı onlar. İçime gömdüm fakat ben öldüm. Ölümüm gebe bırak...