45. Bölüm: Ölü Çocuklar

55 9 2
                                    

Ölümün soğuk nefesi enseme vurdu. Bir yerlerde ölüm şarkıları söylendi. Sonra o şarkılar annemin söylediği bir ninniye döndü. Ensemden kulaklarıma ulaşan bir ninni. Sonra ninni de annem de sustu. Fakat ben artık susmayacaktım. Bugün olmazdı.

Bağırdım, sesim kısılana kadar. Ağladım, göz pınarlarım kuruyana dek. Çünkü eğer şimdi akıtmazsam gözyaşlarımı gittiğim yerde de acı çekecektim ve kurumayan göz pınarlarımdan yaşlar boşanacaktı. Ağlamayı seçtim. Öleceğim gün, bulutlarımdan yağmuru indirmek istedim dünyaya. Bağırdım bağırabildiğim ve avazım çıktığı kadar. Sustuğum her an için bin oktav daha bağırdım.

Dizlerimin üzerine çöktüm sonra. Bağırmam durdu ancak ağlamam şiddetlenmişti.

Ağladım. Gözyaşı yanaklarımda yer edinirken kırıldı. Gökkuşağı oluştu yanaklarımda. Su yıllardır hasret kaldığı güneşine kavuştu. İçime ağlamayı ilk ve son defa bıraktığım gündü. Gelecekteki ölüm yıldönümüm, ölüm günüm.

Gökyüzü, Güneş'inin mavisine karışmasına izin verdi; yanaklarımdaki gökkuşağı, gökyüzünün izin dilekçesiydi.

Bugüne kadar her gece yalvarırdım gökyüzüne. Beni asıl yerime yükseltmesi için. Güneş göklerde süzülmeye layıktı, yerlerde sürünmeye değil.

Ancak yeryüzüne mahkum edilen Güneştim ben. Gökyüzü beni sürgün edeli yıllar olmuştu. Annem beni karanlık bir dünyaya doğurdu. Gökten yıldızlı bir paket içerisinde düştüm karanlık gezegene. Gökyüzümden koparıldım. Sürgün edildim yeryüzüne. Güneş tutsağı oldu yerlerin. Denizlere biat etti, Güneş.

Sözde karanlık bir dünyayı aydınlatacaktım. Annem öyle söylemişti. Bana karanlık dünyamı aydınlatmaya gelen Güneş'im derdi. Fakat o dünyanın öyle bir karanlığı vardı ki güneşin ışıklarını söndürdü. Hiç karanlıkta kalır mıydı bir güneş? Ben kalmıştım. Ve şimdi gökyüzünü, ışığımı geri istiyordum.

Beni bir zamanlar ışığım diye seven annem bile biliyordu, söylediğine o bile inanmıyordu. Ben karanlıkları aydınlatamazdım, değil Güneş kibrit çöpünün ucundan yayılan ateş bile olmazdı benden. Biliyordu, bu yüzden çok değil dokuz yıl sonra uyuşturucuya başladı. Bunun için kızamıyorum bir türlü ona. O kadar acı dolu bir hayatı vardı ki. O acılara iki çocuk vermişti. Onu uyuştursun ve acıları artık hissetmesin diye. Yeterli gelmemiş olmalıydı.

Kendi acılarını unutmak için bizi doğuran kadın, bu dünyaya iki acı tohumu ektiğinden habersizdi başlarda. Acıdan kaçarken acı doğurdu iki bacağının arasında. Mucize dedi, iki küçük ölüye. İki ölünün saçlarını sevdi. Gökyüzünün hayaliyle isimler koydu, ölü doğurduklarına. Bulut dedi büyük olanına. Acıdan yanan bedenler üzerine yağmur yağdırsın diye. Ancak yağan; kan, ölüm, gözyaşıydı. Bedenlerin üzerine kor gibi indi yağmur. Yaktı cayır cayır, küle döndü ıslak bedenler.

Ve Güneş dedi küçüğüne. Karanlıkta kalan ruhları aydınlatsın diye. Ancak en karanlık ruhlar bile kızının acıdan var olmuş ruhundan daha aydınlıktı. Fark etmesi 9 yılını aldı.

İsimlerimizi daha karnına bir tohum olarak düştüğümüzde koymuştu. Sonra aylarca sabırsızlıkla beklediği oldu. Doğurdu beni.

Doğmadım ben. Ya da doğarken büyük bir parçam içerde kalmış olmalı. Yaşamak isteyen bir yanım mesela. Belki de bu yüzden bir ölü doğurmuştu.

Ben doğduğum gün, aslında öldüm. Buna deliler gibi sevindiler. Doktor veya hemşire daha elini kaldırmamışken ağladım içli içli. Beni annemden kopardıkları için değil, beni gökyüzümden kopardıkları için. Göbek bağımı kestiler sonra, gökyüzüne olan bağımı kestiler beraberinde.

Şinigami : Ölüm TanrısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin