Başlama tarihini buraya bırakabilirsin sevgili okur.
O kamyonlar hep zamansız gelmezler mi zaten? Tam senden nefret ediyorum derken bana bakan bir çift göz ve tam o sıra devrilen o iki araba. Arabanın far ışığı, benim son hatırladığım ise annem ve beni kanlar içinde görmek olmuştu.
Gene kaçmışım herkesten sığınmışım bir limana. Ölüme yüz tutmuş tekerlekli bir kız olarak gelmişim bu küçük limana. Şarkının mucizelerine inananlardandım ben. Oturur hep müzik dinlerdim. Müziklere bırakırdım tüm benliğimi. Yaşama isim veremezdim. Kendimi hiç anlatamazdım ben. Bu yüzden müziklerin beni anlatmasına izin verirdim belki de. Bu yüzden konuşurdum müziklerle.
Hayata olan inancımı da, sevgimi de o kazada kaybetmiştim. Beni ben yapan her şeyi kaybetmiştim. Şimdi kalbimin bir ucunu gömdüklerini hissediyordum işte.
Yaşamıma bir toprak atılmıştı. Diri diri meleğimin yanına gömülmüştüm. Soğuk bedeninin bir köşesine kıvrılmıştım. Dizlerimi karnıma çekmiştim ve kemiklerimin soluşunu hissediyordum. Ölümü hissediyordum, bedenin çürümesini ölüm diye nitelendiren insanlara nefretimi kusuyordum. Ben ruhumu gömmüştüm.
Yaşama isim buluyordum zihnimde, yer edinmişti bu kelime. Zehir.
Güzel olan her şey çürütmüştü içimi, aldığım her nefes batıyordu kalbime. Kimdim ben? Kimin günahı, kimin intikamı?
Kapalı gözlerimin siyahla bir bütün haline gelmesine şaşmıştım. Uzun süre olmuştu burada olalı ve ben hala düşünmekteydim.
Yüzüme değen rüzgarın sakinliği ve kulağımda ritim tutan denizin dalgaları bir bütün haline gelmişti bedenimle. Huzur bu kadar basit miydi?
Babamın beni dürtmesiyle kendime gelişim bir olmuştu. Yanımda oturuyor ve elini omzuma yerleştirmişti. Uçuşan saçlarım ona uzanırken saçlarımın bir tutamını alıp kulağımın arkasına yerleştirmiştim.
"Mavi, neden duymuyorsun kızım beni?" Dedi gülümseyerek bana. Gülümserdi babam. Gülümsemenin mutluluğun kapısını açtığını söylerdi hep. Babama cevap vermemiş önüme dönmüştüm.
"Hadi gel gezinelim." Dediğinde ayaklanmıştı ve derin bir nefes alarak eğilmişti.
"Tamam" Diyebilmiştim sessizce. Babamın beni aniden kucağına alıp tekerlekli sandalyeye oturtması bir oldu. Sahilde birlikte yürüyorduk. Daha doğrusu o yürüyor. Ben sürükleniyordum. Mavi olan gökyüzü siyahlaşmaya başlamıştı. Hava iyice kararmıştı. Siyah bana sonsuzluğu anımsatırdı. Siyah sonu olmayan, görünmeyen bir yoldu benim kitabımda. İnsanların kendilerinden bile kaçtığı saatler bu saatler.
Aldığım her nefes ciğerime batarken, dolanan her kan akışım suçluluk duygusunu beraberinde getiriyordu. Yanıyordu içim, sönmüyordu içimdeki acı, nefret, kin. Susmayacaktı da. Susmamasını diliyordum. Ben güzeller güzeli meleğimi asla unutmamalıydım.
"Gidelim mi?" Dedi babam. Ona bakıp soğuk bir şekilde kafamı onaylarcasına salladım. Babam tekerleklerin yönünü arabaya doğru yöneltti. Sakince önümüzdeki Selçuk abiye ilerlerken gözlerim ondaydı. Ellerini önünde birleştirmiş, gülümseyerek bize bakıyordu. Tekerleklerim durduğunda babam önüme doğru gelmiş ve eğilerek ellerinin birini dizlerimin altına diğerini belime yerleştirerek beni kucağına almıştı. Selçuk abi kapıyı açtıktan sonra babam beni arka Kulaklığımı cebimden çıkarmış ve telefonumun alt kısmına geçirmiştim. Ardından babamın arabaya binmesini beklemeden şarkımı açmıştım. Kulaklığımı çıkarmazdım çünkü beni içten içe anlayan tek nesnel şey müzikti. Babam içime kapanık olduğumu söylerdi hep. Yaşamak denilir miydi bu geçirdiğim günlere. Ya da yaşam neydi? Herkesin yaşam dediği bir şey vardı. Bir hayal, bir sevgili, bir arkadaş... Peki benim yaşamım?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavinin Denizi
Teen Fiction18 yaşında bir genç kız hastalığı yüzünden tüm hayallerinden vazgeçmeyi planlarken tamda hayalleriyle karşılaşıyor. Mavi'nin ve Deniz'in aşkı. Bitmiş bir hikayeyi yeniden yazmaya karar verdiler. Yaşam bu kadar güzel olabilir miydi?