Yaşamımız boyunca hatalar yaparız. Keşke diye başlamak istemesek de artık her kelmimemiz keşkeden ibaret olmuştur. Önemli olan yaşadıklarımızdan bir ders almak mıdır? Özür dileyince biter mi her şey? Sorular her zaman yaşamımızda vardır. Peki biz bu soruları kime soruyoruz, kendimize mi? Etrafımızdakilere mi? Şuan sorum ağzımda bir bez olduğundan kendimeydi.
"Neredeyim ben?" Önüme düşen saçlarım yüzümün kapanmasına sebep oluyordu. Arkadan bağlanan bileklerim ağrımaya başlamıştı. Etrafımı incelemeye koyulmuştum. Karşımda iki dolap ve çaprazında bir tane ayna vardı. Yan tarafımdaysa yedi tane sandalye vardı. En başta ben oturuyordum. Yanımda kimse yoktu ve odada cam aradığım da bulamamıştım. Kapı aralandığın da görmek için saçlarımı geriye attım fakat saçlarım gözlerimi hala kapatıyordu. Saçlarımın arasından adamın ayakkabılarına ardından suratına bakmıştım. Bana doğru eğilip saçlarımı geriye doğru attığında yüzünü netleştirdim. Bu oydu, iki gün içinde hayatımı zehir eden o adam.
"Tekrardan merhaba Mavicim." Dediğinde gözlerimi devirdim.
"Ah, pardon unuttum." Dedi ve ağzımda ki bezi çıkardı.
"Buyur lütfen." Dedi. Gözlerimi kapatıp açtım ve konuştum.
"Daha vaktim vardı." Dediğimde adam yanımda ki sandalyeyi alıp ters çevirdi ve sandalyeye ters bir şekilde oturdu.
"Evet ama Deniz'in senin kaybolduğunu bilip üzülmesini istedim." Dedi. İki kolunu sandalyenin üzerine koymuştu.
"Harun, şu tableti getir." Dedi ve ardından bana döndü.
"Sen şimdi düşünüyorsun, bu adam neden benimle uğraşıyor diye..." Dediğinde kafamı onaylarcasına salladım.
"Sorularının yanıtlarını ağabeyin geldiğinde alacaksın." Dedi ve içeriye giren adamla ayaklandı. Tableti eline alıp bir kaç saniye uğraştıktan sonra karşıma geçip tekrar oturdu. Ardından tabletin ekran kısmını bana döndürdü. Kaşlarımı çatıp ekrana odaklandığım da Deniz'in evini gördüm. Herkes dört dönüyor ve kavga ediyordu. Bu kavganın karakterleri Deniz ve Demir gibiydi.
"Ne demek kayboldu lan ne demek?" Diye bağırıp ayağa kalan ağabeyimi izliyordum. Deniz'in yanına geçip söylüyordu bunları.
"Bilmiyorum Demir, döndüğüm de onu bulamadım. Kameralara baktım, bozulduğunu söylediler." Dedi. Deniz yorgun ve üzgün duruyordu.
"Polise gidelim bir şeyler yapalım." Bunu diyen Beril'di. Adam tableti kendine doğru çevirdi ve kapattı.
"Galiba Beril çok zeki." Dedi ve cebinden telefonunu çıkardı. Bir kaç tuşlamanın ardından telefonun hoparlörünü açtı. Daha sonra ağzıma bezi tekrar geçirdi.
"Demir Güneş." Diyerek telefonu açar açmaz seslendi.
"Efendim?" Dedi ağabeyim. Sesini duyunca içimde bir sızıntı olmuştu sanki.
"Nasılsın eski dostum." Dedi ve güldü. Demir bu kelimelerine yanıt vermedi. Ben kaşlarımı çatmış onun konuşmasını izliyordum.
"Klasik bir kaçırılma gibi polis yok dememe gerek varmı?" Dediğinde Demir bağırmaya başlamıştı bile.
"Kerem, ulan Kerem. Kardeşim nerede ağzına sıçtığımın oğlu." Dedi. Adını yeni öğrendiğim adam sandalyeyi ani bir refleksle terk edip ayağa kalktı. Bu kalkışıyla beraber sandalyeyi düşürdü ve bana arkasını döndü.
"İntikam ateşiyle tutuşuyorum Demir." Dedi ve kahkaha attı.
"Ne o annemin kanının yerde kalacağını mı düşündünüz?" Dedi. Bunları derken ben anlamaya çalışıyor ve meraklı gözlerle Kerem'i dinliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavinin Denizi
Teen Fiction18 yaşında bir genç kız hastalığı yüzünden tüm hayallerinden vazgeçmeyi planlarken tamda hayalleriyle karşılaşıyor. Mavi'nin ve Deniz'in aşkı. Bitmiş bir hikayeyi yeniden yazmaya karar verdiler. Yaşam bu kadar güzel olabilir miydi?