Merhaba
Her geçen gün hızla büyüyoruz ve buna çok memnunum ama lütfen, lütfen, lütfen beni o güzel yorumlarınızdan ve tabi olmazsa olmaz oylardan mahrum bırakmayın.
Medyada hikayede de geçen Yavuz Bingöl'ün sesinden muhteşem bir türkü var. Tavsiye ederim
İYİ OKUMALAR :)
--------------
1999 MERSİN, TARSUS
Devran gittiği Osmaniye'nin dönüş yolunda geride bıraktığı küçük Elif'i düşünüyordu. Sedat'ın yadigarı, canı ciğeri küçük Elif. Nasıl da büyümüştü. Sedat'la son konuşmalarını düşüdündü. "Hayat akıp geçiyor kızım nerdeyse gelinlik kız olacak ben göremiyorum " demişti en son. İçi sızladı Devran'ın ama elinden de yapacak birşey gelmiyordu. Kanı elbet yerde kalmamıştı ama bu geride kalanların içini soğutmuyordu bile. İlk günler ne çok beklemişti Elif babasını. Sonraki aylar iyice iyileşip bir cesaret yanlarına gittiğinde, o'nu görünce sevinçle kucağına atlamıştı küçük kız. Babasınında ne zaman geleceğini sorup durdu. Verecek bir cevabı olmasını o kadar istedi ki. Keşke... Keşke dedi. Ölüm ne demek bilmiyordu ki minicik aklıyla babasının aslında artık hiç dönemeyeceğini anlamıyordu.
Ancak yıllar geçtikçe anladı. Ölüm ne demek? Şehit ne demek? Yetim ne demek? Bir yanı hep eksik kalacaktı Elif'ciğin, hayata hep hüzünlü gözlerle bakacak, o'na bakan gözlerde bir acıma görecekti hep. Bir yanı hep o babasının yolunu gözleyen küçük, masum Elif kalacaktı belkide. Yıllar geçse de, ömrü boyunca kaç yaşında olursa olsun o, hep Vatanı için şehit olan bir adamın geride bıraktığı yetimi olarak anılacaktı. Yine de gururluydu. Çünkü o, bir ŞEHİT kızıydı!
Söz vermişti Devran ona. Bu yıl doğum gününe geleceğine söz vermişti Elif'e. İlk 2 yıl hiç kimseyle görüşmedi. İçine kapandı sonra kendi işini açıp cafe tarzı bir yer açtı ve Muğla'da ikamet etmeye başladı. En azından burda onu kimse tanımıyordu ve kimse ona geçmişini hatırlatmaz yada sorgulamazdı. İçini sıkan düşüncelerden arınmak ister gibi radyoya uzandı eli. Kafasını dağıtmaya ihtiyacı vardı.
***********
Narin hızlı hızlı kendini ana yola atmış ve tabana kuvvet koşmaya devam etti. Neyseki lise yıllarından okula gidiş dönüş yolunda okulun uzak olması sebebiyle bayağı antramanlıydı bu konuda. Daha sonrasında ise evli olduğu dönemlerde de dışarı çıktığında Harun'a, bilhassa ona haber verecek iş güzarlara yakalanmamak ve eve geç kalmamak için bayağı koştuğu olurdu. Şimdi nefesi kesilmeden koşabiliyorsa o günlere dua etti. En azından şimdi işine yarıyordu. Bu da bişeydi sonuçta. Anladı ki hiç bişey sebepsiz değil. Her şerde bir hayır vardır diye boşa dememişler.
Çok geçmemişti ki Harun binadan dışarı çıkmış içerde Narin'i bulmayı umud ederken karşısına yağmurdan saklanmış bir anne köpek ve iki yavrusu çıkmıştı. Öfkeliydi ve o sinirle az önce tek tek attığı metal sac yığınına gelip savurmaya başladı. Bir yandan da öfkeyle resmen böğürüyordu, evet adam yaralı bir hayvan gibi böğürüyordu. Ne de olsa hırsını alamamıştı.
" Ulan Narin, ulan Nariiin. Sürtük karııı lan sen benim elime geçmeyecenmiii? Ağzına s..ktiğimin oruspusu. Sorcam lan sana. Nerdesiiiiin laaaaaaann"
Tam vazgeçip oradan ayrılacağı sırada, savurduğu metal sacların birindeki küçük kumaş parçası gözüne ilişti. İşte şimdi öfkeden kuduruyordu. Kadın elinden kaçtığı yetmezmiş gibi bi de onunla dalga geçer gibi burnunun dibinde saklanmış ve onu aptal yerine koyup yine kaçmayı başarmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAÇAK✔FİNAL
Ficción General2015 Genel Kurgu #9 İki kayıp ruh. İki yaralı yürek. Hızla, akıp giden zamana karşı yüreklere nakış nakış işlenen duygular. Birbirine kaçamak değen gözler. Cehennem gibi yakan bir sevda... Kader ağlarını örerken, her bir çelmede tökezleyen iki bed...