Merhaba, nasılsınız?
Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. Kitabımın yol alması için bu gerekli. Keyifli okumalar.
Hayat yokuşunu tırmanmaya devam ederken kendini kasabanın inişli çıkışlı sokaklarını arşınlarken buldu. Nedensizce geziyordu. Kim bilir belki de kaybolan ruhunu vitrin camlarında arıyordu. Camlarda yansıması vardı, demek ki kendisi de vardı. Yürüdü. Yürüdü. Hiç sevmediği halde giydiği yüksek ökçeli ayakkabılar topuklarını vurana kadar yürüdü...
Şuursuzca yürürken akşamı da etmişti. Sokak lambaları birbiri ardına yanmaya başlarken varlığının aksi vitrin camlarında boy gösteriyordu. Yüksel ökçeli ayakkabılar ayaklarına vurduğundan dolayı ağır aksak yürüyordu. Yorgun bitap düşmüştü. Omzuna dokunan yabancı bir elle buz tuttu her uzvu. Ürkek ve meraklı gözlerle usulca başını geriye doğru çevirdi, zira bu sabah aklına düştükçe vücudunu ter basıyordu.
Okulun bahçesinde bayılıp kalmıştı. Uykusuzluğun yorgun düşürdüğü vücudu bir de kurşun skandalıyla hepten tükenmişti. Başına toplananlara ‘kahvaltı yapmadığım için biraz başım döndü tansiyonum düşmüş olmalı’ yalanını atmıştı. Oysa o kurşun hala avuçları arasındaydı ve sımsıkı tutuyordu. Kendini umursamazca sokağa atması tükenmişliğinin bir göstergesiydi. Bu işkenceye artık dayanamıyor ve bir son vermek istiyordu. Uçurumun kıyısına bir salıncak kurmuştu yılgınlığı yaşayan ruhu ve o salıncakta hayat yorgunu bedeni oturuyordu. Ne olacaksa olsun oturduğu salıncağı uçurumun boşluğuna doğru kim itecekse itsindi; bu saatten sonra hiçbir şey umurunda değildi...“İlkem, dakikalardır arkandan sesleniyorum beni duymuyorsun, neyin var?"
Onun yolunu şaşırmış ruhu uçurumun kıyısındaydı nasıl duyacaktı Ömür’ü?”
“Seni duymadım. Biraz yürümek istemiştim. Kahretsin, şu ayakkabılar ayağıma vurunca dalmışım işte. Sen nereye böyle?”“Biraz önce seni gördüm arkandan seslendiğim halde beni duymadın. Şey diyecektim. Rüzgâr,” dedi ve soluklanmak için duraksadı. İlkem’e yetişebilmek için baya efor sarf etmişti anlaşılan.
Ömür’e cevap verirken sağ elinin avuç içindeki kurşunu sıkıca tutuyordu. Yaşadıklarını hıncını çıkarmak ister gibi avuç içini var gücüyle sıktıkça metal parçası etine saplanıyor ve bu onun canını yakıyordu. Bu acıyla yüzünü buruştururken, “Rüzgâr mı, ne olmuş ki Rüzgâr’a?” diye sordu.Ömür, dudak ucuyla gülümsemiş gülümseyince kara gözleri kısılmıştı. Gözleri kısılınca karizmatik görüntüsü daha da ortaya çıkmıştı. “Merak etme Rüzgâr’a bir şey olduğu yok, dün beni aramıştı da…”
Genç öğretmen bu kez bütün dikkatini Ömür’ün üzerinde yoğunlaştırmıştı. “Siz Rüzgâr ile görüşüyor musunuz ki?”
Ömür’ün yüzünün şekli değişti ve hüzünlü bir hal aldı. “Şey, birkaç yıl önce anne ve babasını kaybetmişti trafik kazasında. İlk olarak o zaman görüşmüştük. Sonrasında birkaç kez telefon aracılığıyla görüştük, hepsi bu kadar.”
“Hım,” diye dudakları dışa doğru kıvrılırken İlkem’in, “Yani şimdiye kadar pek yüz yüze görüşme imkânınız olmadı öyle mi?” diye sordu.
Soruyu sormuştu ama şimdiye kadar neden Rüzgâr ile görüştüğünü kendisine söylemediği için de arkadaşına alınmıştı. Yüzüne kahırlı bir ifade yerleştirdi ve göz kapaklarını bir kereliğine kapatıp açtı. “Bak alındım şimdi. Bana Rüzgâr ile görüştüğünden daha önce hiç bahsetmemiştin?”Ömür, ellerini açarak omuzlarını kasarken bakışları önce yerlerde gezindi sonra hafifçe yukarıya doğru kaydı. “Bilmem, şimdiye kadar aklıma gelmemiş olmalı.” dedi.
İlkem, “Tam bir sorumsuzluk örneğisin arkadaşım,” diye sitem ettiğinde ister istemez dudaklarına inceden bir tebessüm asılı kalmıştı.
“Ee, anlat bakalım Rüzgâr’ı?”
![](https://img.wattpad.com/cover/190161884-288-k483283.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SICAK TEMAS
Teen FictionElleri bornozun kuşağına giderken bütün uzuvları titriyordu. Hala gözleri kapalıydı. Kuşağı çözdü bir omuz hareketiyle bornoz bedeninden kayarak ayakları dibine düştü. Her dokunuş ruhunda sarsılmalara neden oluyor, parmak uçları göğüs çevresinde da...