Odadan çıkarken usulca kapattı kapıyı. Sessizlik ve derin bir uyku ona iyi gelecekti. Parmak uçlarına basarak kendi odasına geçti. Yılgınlığın üzerine sinmiş kokusundan arınmak için üzerinde ne var ne yoksa hepsini çıkartıp bir kenara fırlattı. Yılgınlığı kadar öfkesi de büyüktü. Gün geçtikçe de yaşama olan öfkesi katlanarak büyüyordu.
Körpe bedeni anadan üryan kalınca bir adım uzağındaki gardırobun sol kapağını açtı ve kırmızı bornozunu alarak üzerine giydi. Tek isteği kendini bir an önce suyun altına bırakmaktı.
Suyun arındırıcı etkisiyle bütün varlığını temizleyip yılların bedeninde bıraktığı izleri silmek istiyordu. Başından aşağı boşalan su damlacıkları gözyaşlarına karışıyor, iman tahtasına düşen her bir damla teninde kendine ince uzun bir yol çizerek ilerliyordu. Yer çekimine karşı koyamayan suyun yolculuğu sütun gibi bacaklarına veda ederken beyaz fayansla buluşuyordu. Bu seremoniyi dakikalarca izledi...
Belki beden kirini su temizlerdi ama ya ruhuna sinmiş kirleri hangi su temizleyecekti? En zoru da buydu işte ruhu, temizlemek ve orada biriken kiri dışarıya atabilmek. Bunun için yıllarca uğraş vermişti lakin başaramamıştı. Her defasından düştüğü yerden ayağa kalkmasını bilmişti fakat her ayağa kalktığında yeni bir darbeyle karşı karşıya kalmış ve yeniden düşmüştü.
Suyun altında o kadar çok kalmıştı ki bedenini saran deri buruş buruş olmuştu. Musluğun kulpunu aşağıya doğru iterek suyu kesti. Üzerine kırmızı bornozunu giydi saçlarını havluyla sardı. Banyodan çıkmadan önce bornozun kuşağını bir düğüm atarak beline bağladı. Sıcak suyun vücudunda yarattığı rehavet hareketlerinin yavaşlamasına neden olmuştu. Banyodan çıktıktan sonra odasına geçti ve yatağının üzerine yığılır gibi oturdu. Bir süre öylece kaldı. Bornozun içine hapsolan bedeni soğumaya başlamıştı. Bir an önce giyinmezse üşütüp hastalanabilirdi ama bu kimin umurundaydı.
Şu an onun zihnini tarumar eden bambaşka isyanlar vardı. Her defasında yapıp yapmamak arasında kalıyor her defasında aynı korkuyu yaşıyordu. Mecburiyet ruhunun isyanını bastırınca ayağa kalktı ellerini bornozun ceplerine koydu ve parmak uçlarına basarak pencere önüne doğru yürüdü.
Sonbaharı yaşıyordu doğa; tıpkı ruhu gibi. Uzun uzun ıslak caddeye baktı. Yağan yağmurun şiddeti azalmış hafiften çiseliyor, sokak lambalarından damlayan sular ahenkli bir ritim tutmuş kendi kendine takılıyordu.
Gece daha yeni başlıyordu. Kimi insanlar şemsiyenin altına tek sığınmış kimileri çift sığınmıştı. Hepsi de yağan yağmurdan kaçıyorlardı. Keşke diye geçirdi içinden keşke; her şey yağmur damlaları kadar masum olsa. Korkulup kaçılması gereken masum su damlacıkları değil insanın insana yaptığı zalimlikti. Islanmaktan korkan insancıklar keşke bir canlıya zarar vermekten de bu kadar korksalardı. İş işten geçtikten sonra pişmanlıklar bir anlam taşımıyordu.
Kendi kendine hayıflanırken dudak büktü canını yakan gamsızlara, vurup kaçanlara, ruhuna en büyük zalimliği yaşatan canı bellediklerine...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SICAK TEMAS
Fiksi RemajaElleri bornozun kuşağına giderken bütün uzuvları titriyordu. Hala gözleri kapalıydı. Kuşağı çözdü bir omuz hareketiyle bornoz bedeninden kayarak ayakları dibine düştü. Her dokunuş ruhunda sarsılmalara neden oluyor, parmak uçları göğüs çevresinde da...