Soluk Soluğa B-23-

525 26 20
                                    

Merhaba, Temas ailesi. Nasılsınız? Okumaya geçmeden önce sizlere keyifli okumalar diliyorum.

Sonbaharın tenleri yalayıp geçen serin esintisi hassas ciltlerde ince çatlaklar bırakırken, en çokta kuruttuğu dudaklarda sürekli ıslatma isteği hissettiriyordu. Sararmış otların birbirine sürtünerek çıkardığı hışırtılı sesler kulaklara ezgisi unutulmuş bir melodiyi fısıldıyor, gümüş deresinden gelen suyun şırıltısı garip bir vedayı çağrıştırıyordu. Gök gri rengini, yeryüzü sarının elli tonunu kendine misafir ederken, hazanı kucaklayan mevsim bir önceki günü bir sonraki güne hazırlıyordu.
Geçmişin kötü izlerini zihnimizden ne kadar silmeye çalışırsak çalışalım o kendisini sürekli yeniler. Geçmişin ayak izleri tıpkı bir bumerang gibi peşini asla bırakmaz insanın. Sen ta ötelere atarsın o döne döne attığın noktaya geri gelir. Rüzgâr’ın duyduğu sesle irkilerek yüzünün kızarması İlkem’in gözünden kaçmamıştı.

Mesire yerine gelen çifti büyük ihtimalle tanıyordu. Yoksa ne diye bir anda sesi soluğu tükenmiş gibi donup kalacaktı? Genç kadın bebeğini kucağına almıştı almasına ama kucağındaki bebek avazının çıktığı kadar bağırarak ağlamaya başlamıştı. Kadın ileri geri yürüyerek kucağındaki bebeği susturmaya çalışsa da ağlayan bebek bir türlü susmuyordu.
En sonunda genç adam arabanın bagajından bebek arabasını çıkarıp kurmayı başarmıştı. Kucağındaki bebeği bebek arabasına yerleştiren kadın, bebeği susturmak amacıyla olsa gerek bizimkilerden biraz uzaklaştığında genç adam, “Merhaba!” diyerek yanlarına yaklaşmıştı.

Kadın ise bebeği sürekli ağladığı için etrafında olup bitenleri fark edecek durumda değildi.
Hiç tanımadıkları bu genç adama onlar da “merhaba” diye cevabı verdiler.

Genç adam, “Kusura bakmayın, gelir gelmez sizlere de rahatsızlık verdik. Buraya gelene kadar bebeğin hiçbir şeyi yoktu, neden bu kadar huysuzluk etti anlayamadık doğrusu.” dedi.
Ömür’ün aşina bakışları genç adamın suretinin her zerresinde soluklanırken, “Ne rahatsızlığı, lütfen öyle düşünmeyin. Sonuçta bebek bu, neyi var anlatamaz ki?” dedi. 

Genç adam, “Yok, biz yine de biraz uzağa yerleşelim. Sizlere rahatsızlık vermeyelim.” dedi ve gitti.

Genç adam, yanlarından uzaklaşır uzaklaşmaz Rüzgâr, dişlerini sıkarak dudaklarının arasından tıslar gibi konuşmuştu. “Bir an önce çekip giderseniz çok mutlu olurum. Şurada iki kuruşluk keyfimiz vardı onu da alıp götürdünüz zaten.” dedi.
Bizimkilerin bakışları bir anda Rüzgâr’a çevrildi. Hepsi de çok iyi biliyordu ki, bu tür yakınmalar Rüzgâr’ın karakterine ters düşüyordu. İlkem, bilinmezliğe kafa tutar gibi merak dürtüsünü ön plana çıkarmak isterken, “Neyin var Rüzgâr, yoksa bu gelenleri tanıyor musun?” diye sordu. Bir önceki tavrından hiç ödün vermeyen Rüzgâr, “Keşke tanımaz olaydım. Bebek bile anladı annesinin ne kadar kötü biri olduğunu,” diye cevap verdi.

Bilinmezlik yerini aşırı bir meraka bırakırken, adeta zirveyi zorluyordu. “Sen kadını tanıyor musun?” diye soran İlkem, sorgulayıcı bakışlarla bakmaya başladı Rüzgâr’a.
Hala gidenlerin arkasından küfür eder gibi ters ters bakarken umursamaz görünmeye çalışmıştı genç adam. “Boş verin, konuşmaya değmez o kadın!” Rüzgâr’ın cevabı üzerine Ömür’ün kaşları birbirine yakınlaştı, kaşları birbirine yakınlaştığında doğal olarak gözleri kısıldı ve yüzü düşünceli bir hal aldı. Sağ elinin parmakları çenesini ovuşturup dururken bir sonuca varmış olmanın haletiruhiyesi içinde alt dudağı dışa doğru kendiliğinden kıvrılmıştı. “Kadını değil de eşini bir yerden tanıyor gibiyim.” 
Suratını asıp yeni gelenlerin arkasından tiksinir gibi bakan Rüzgâr, “Boş ver arkadaşım. Sen onların kim olduğuna hiç kafanı yorma çünkü onlar tanımaya değecek insanlar değiller.” Merak duygusunu bastıramayan İlkem, konuyu deşmeye kararlıydı. “Belki kasabaya misafir olarak gelmişlerdir.”

SICAK TEMASHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin