Merhaba!
Bugün yazarken pek de coşkulu hissettiğimi söyleyemeyeceğim. Ülkemizde ardı ardına yaşanan felaketler bir yana dursun cahiliyetin bu dönemlerde ortaya çıkması daha çok canımı sıkıyor. Tek ve çok iyi bildiğim bir şey varsa o da ateş düştüğü yeri yakar diyenlerin çok doğru bildikleridir. Biz sadece ah vah edip iki güne unuturuz ki bence en acı olan şey de bu. Kaç gündür vefat eden şehitlerimizin ve ailelerinin duacısıyım, Allah geride bıraktıkları ailelerine sabır versin inşallah.
Perşembe günü bir ekleme yapacağımdan bahsetmiştim ama maalesef hiç yazasım yoktu. Bölüm yetişir mi onu bile bilmiyorum ama elimden geleni yapacağım. Hatta sonradan eklediğim bu not üzerine Pazar günü bile bölüm yayımlayacak modda olmadığımı anlamış bulunmaktayım. Umarım bir haftalık bir gecikme daha yaşamak durumunda kalmayız.
**Bu not yukardakilerinin üzerine eklenen yeni bir nottur. Cidden o kadar kötü olaylar oluyor ki art arda hangisine üzülüp şaşıracağımızı bilemiyoruz. Üst üste sınavlar, ödevler derken virüs tatili bunların ortasına öyle bir oturdu ki hepsiyle evde başbaşa kaldık. Ha, bir de makarna ve un var. Ayy vallahi ben psikolojik açıdan çıldırıyorum sanırım. Umarım bu günler bana bol bol çalışma, okuma ve yazma olarak geri döner. Yoksa vay halime 🙈
Sevgiler!
Dört duvar arasına sıkışıp kalmak, yabancısı olduğum bu heybetli evin mimarisi üzerine bir süre kafa patlatmak için yeterince uzun ve can sıkıcıydı. Oturduğum pencerenin önünde tüm gece karanlığına eşlik ettiğim gökyüzü yavaş yavaş aydınlanıyor, görüş mesafemi kaplayan avludaki silüetler yerini gerçek görüntülerine bırakıyorlardı. Bense oturup kaldığım koltuğa mıhlanmış, bir damla uykudan mahrum dışarıyı seyrediyordum.
Bir gece vakti, gözünde kurumayan yaşlarla, ciğerimi yakan nefesim ve bir anlık kararttığım gözlerimle Kerime Hoca'ya koştuğum anı yad edip duruyordum. Yıllar olmuştu, çok uzun yıllar ve o yılların bana kattığı binlerce şey. O öleli çok oluyordu, beni buralardan alıp götürürken sonuna kadar arkamda duracağını sandığım koca dağın gölgesi bana yetmemişti. Ama yine de ömrümün her anında onu hatırlamış, minnet duymuştum. Belki bir hedef olmadan yola çıkışım komikti... Liseyi annemin dizinin dibinde okurken, tüm boş vakitlerimde ya temizlik yapardım ya da annemin elinde koştururdum. Bir mesleğin hayalini kurmak aklıma dahi gelmezdi. Beni hayallerime bağlayan tek şey okumaya olan tutkum ve şimdilerde fark ettiğim hırsım olmalıydı... Hayallerimle ve Kerime Hoca'nın koca yüreğiyle baş başa kaldığımdaysa kendime yakın gördüğüm tek meslek öğretmenlikti.
Defalarca sokakta kaldığım, son yıllarımı bir barda geceler boyunca çalışarak geçirdiğim öğrencilik hayatım sona erdiğinde gidecek hiçbir yerim yoktu. Tek çarem Bursa'da kalıp yoluma devam etmekti. Zira yıllarca tüm zorluklara rağmen orayı yeni memleketim bellemiştim. Kiraz ve Elif'le tanışıp anlaştıktan sonra da barda çalışmaya devam ederek tam anlamıyla olmasa bile kendime ait bir eve sahip olmak beni dünyanın en mutlu insanı yapmıştı. Fakat hayat ve özgürlük diye tanımlandırdığım günlerim ilk kez bir dershanede eğitime başladığım zamana aitti. Orada yalnızca bendim. Ben, Funda'ydım ve bir öğretmen olarak kendimden çok da küçük olmayan öğrencilere eğitim veriyordum. Üstelik bu bana Gündüz Kafe'de kazandığımdan daha sağlam bir gelir kazandırıyordu.
Tam üç yıl boyunca bir devlet okuluna atanabilmek için uğraşmıştım ama yine de o dönem çalıştığım bazı özel okul ve dershaneler benim hayalini kurduğum hayatın başlangıcıydı. Kiraz ve Elif'e daha çok bağlanıyor, üniversitedeki yalnız ve kimsesiz kız modundan sıyrılıyordum. Bazı günler, bana Gündüz Kafe'deki macera dolu geceleri özletirdi, bazen de orada kurduğum dostlukları... Ama hiçbir zaman yakınmamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FUNDA
General Fiction"Kaç yaşına gelirseniz gelin kendi özgürlüğünüz için savaşmıyorsanız asla büyümüş sayılmazsınız!" *** Küçük bir kız çocuğuydu; abisinin yaptığı hatanın bedelini ödemek için. Küçük bir kız çocuğuydu; beyazlar içinde karanlığa gömülmek ve adına töre d...