Selamlar!
Uzun bir ara oldu biliyorum, klişesiyle geri döndüm.
Bir önceki bölümlerde bahsettiğim yoğunluklar hala geçerli ve bu bölümü yazdığıma bile şaşırıyorum çünkü birkaç saat sonra bile bir sınava gireceğim.
Satır arası yorumlarınızı ve oylarınızı bekliyorum, özlendiniz ❤️❤️
Bölüm parçasını da şöyle bırakalım: Ümit Besen feat. Pamela- Seni Unutmaya Ömrüm Yeter Mi?
Keyifli okumalar!
Sıcak tencerelerden taşan, mis kokulu, fokurdayan yemeklerin eve verdiği huzurla kalabalık, neşe ve mutluluk içinde geçen özlenilmiş bir aile yemeği... Yıllar sonra ailemle bir araya geldiğimde yaşamak istediklerim, bazı şeyleri yaşamak istediğimden pek emin olmasam da, bunlardı. Lakin annem ve gelinleri akşam vakti alelacele erkeklere bir sofra kurup onları yedirmiş, ardından mutfakta kadınlar için küçük bir masa hazırlamışlardı. Hala yemekleri ayrı mı yiyorlardı, sorusuna bir süre cevap bulamayacak gibiydim. Zira onlarla muhabbetim de zamanım kadar kısıtlıydı. Koca evde benimle konuşanlar sadece annem ve Levent'ti...
Babam ve diğer abilerimin bana olan tavrı eşlerine de yansımıştı. Annemin teşviklerine rağmen kimse benimle konuşmaya yanaşmıyordu. Hoş, bu benim umrumda olan bir şey değildi. Hayatımda onların aldıkları tavırdan daha önemli şeyler oluyordu ama yine de üzülüyordum. Benimle konuşmamalarına olmasa da eşlerinden çekiniyor olmalarına. Çocukları olan, yetişkin bireyler. Kendi kararlarını eşlerinin ambargoları yüzünden alamamaları ne kadar da acıydı! Bu, yıllardır annemin babamla olan ilişkisinin kısa bir özeti olabilirdi. Annem evi çevirir, babamın arkasını toplardı. Bir çocuk gibi onu giydirir ve yedirirdi. Ama yeri geldiğinde kendine bir tabak yemek doldurmaktan bile aciz olan babam, evdeki son sözü söyleme hakkına sahipti. Peki bu sahiden hak mıydı?
"Yarın büyük gün,"dedi annem, evdeki herkes odalarına çekilmişti. Bense hala mutfakta olan annemin dibinden ayrılmıyor, onun ne yaptığını izliyor ve sessizliğine eşlik ediyordum.
Kendi kendine mırıldandığını duysam da sesimi çıkarmadım. Neden bahsettiğini, nasıl olacağını değilse de, biliyordum. Unuttuğum, kaçtığım tüm adetler yerini bulacaktı ve bir evlilik yapacaktım.
Bu düşünce tüylerimi diken diken yaparken iç çekmeden edemedim. Herkes gibi ben de her şeyin farkındaydım. Buraya gelişimin bir sebebi vardı. Hala sesli söylemeye korktuğum ve istemediğim lanet bir neden...
"Kızım..."dedi annem. Her yalnız kaldığımızda böyle başlıyordu, söylemek istediği şey çoktu. Keza onun da korkularının farkındaydım. Ama ne diyebilirdim ki?
"Bak ben senin annenim. Bana dürüst ol, bir cevap ver. Korkuyorum, yüreğim çıkacak. Sen... Evlendin mi, ya da biri oldu mu hayatında?"
Çünkü konu her zaman aynıydı. Onu endişelendiren tek şey buydu. Ne söylesem de vazgeçiremediğim bu merak... Funda bakire miydi? Evet, asıl soru böyleydi. Annemin ödünü koparan, aslında sadece annemin değil, ailemdeki herkesin merak ettiği şeydi. Kimi korkuyor, kimi de hırsla bekliyordu; evlenip neler olacağını herkes görmek istiyordu.
"Anne..."dedim sıkıntıyla. Buna gerçekten cevap vermek istemiyordum. Bekaret benim için önemini çoktan kaybetmişti. Yalnızken, sokakta veya kötü niyetli insanlardan kaçarken düşündüğüm şey hiçbir zaman bekaretim olmamıştı. Ben sadece yaşamak ve özgür olmak istemiştim. Şimdiyse yıllardır çabaladığımın aksine kimseye bunu ispatlamaya niyetim yoktu.
"Dur, lütfen itiraz etme, kızım,"dedi annem birkaç adımda yanıma gelirken. Dolaba yerleştirmek üzere olduğu yemek tabağını önümdeki masaya bırakmış, dakikalardır oturduğum sandalyenin önünde bitmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FUNDA
Ficción General"Kaç yaşına gelirseniz gelin kendi özgürlüğünüz için savaşmıyorsanız asla büyümüş sayılmazsınız!" *** Küçük bir kız çocuğuydu; abisinin yaptığı hatanın bedelini ödemek için. Küçük bir kız çocuğuydu; beyazlar içinde karanlığa gömülmek ve adına töre d...