Selamlar!
Bölümü düzenleyip not için buraya gelmeden evvel tam olarak kaç gündür bölüm paylaşmadığıma baktım. Uzun bir süre olduğunu biliyordum fakat işi sayıya dökünce mesafe daha çok büyüyormuş.
Tam olarak 44 gündür bölüm paylaşmamışım.
Sonra düşündüm; ben bu 44 günde neler yaptım? Ev taşıdım, staj yaptım, bol bol misafir ağırladım ve ağırlamaktayım. Garantisini verebilirim ki bu 44 günde sakin kafayla oturup bir şeyler yapabileceğim bir anım olmadı. Boş durduğum bir gün vardıysa da kafamı meşgul edenlerden ötürü yazamadım.
Herkesten çok özür diliyorum ve bu süreçte artan okur sayısı içim çok çok çok teşekkür ederim. İnanın o kadar mutlu oluyorum ki! Bir an evvel bölüm yazmak istiyorum.
Bir sonraki bölüm ne zaman gelir, bilmem. Ama elimden geldiğince çabuk davranacağım. Yoğun bir dönemdeyim ama uykumdan çalacağım Funda için. Bu süreçte gerekli ilham kaynağımı yorumlarınızdan almayı çok isterim ❤️
Mümkünse keyifli okumalar! 😄
"Özür dilerim."
Ne kadar basitti? Af dilemek, birilerinin şefkatine sığınıp yapılan hatalardan bir çocuk edasıyla sıyrılarak çıkmaya çalışmak. Oysa zaman bile insanlardan daha acımasız değildi ve hataları bu iki kelimeyle, mahçup gözlerle affettirmek hiç kolay olamazdı.
İnsandık. Bir insan doğumu ve ölümü arasına ne kadar mutluluk sığdırabilirdi? Ya da hüzün... Yenilerini yaşarken eskilerini unutttuğumuz sürece bunların sayıları hiçbir anlam ifade etmiyordu. Yaşıyorduk ve unutuyorduk. Binlerce kez özür diliyor, sonra hatalarımızı; kendimizi tekrar ediyorduk. Oysa bence bütün bunlardan en acısı unutmaktı. Yaşadıklarımızı, bilakis yaşattıklarımızı unutmak başlı başına bir kaos sebebiydi. Boran'ın bana yıllar önce yaşattığı vicdan azabını, suçlamalarını düşündükçe bugün emekle kazıdığım evimden çıkarken söylediği şey ağrıma gidiyordu. Özür diliyordu... Özür! Suratıma tükürse daha az aşağılanmış hissedeceğime emindim.
Nefretle göz yaşlarımı kuruladım. Oturduğum taksi koltuğunda kafamı çevirip kimseyi incelemeye mecalim yoktu. Yorgun, uykusuz ve darmadağındım. İzlediğim taşlı yol gözümde büyürken, şehri aydınlatan güneşin, sabahı nasıl güzelleştirdiğini ancak Sinan'ın gülüşünü hayal ettikçe fark ediyordum. Buysa beni daha çok üzüyordu. İnce bir ip üzerinde, dengesiz adımlarla ilerliyor, kendimi ölene dek affetmeyeceğimi düşünüyordum. Zira Sinan'la başka türlü ayrılmış olmayı düşünmek bile daha az yakıyordu canımı. Çünkü onu tanıyana dek hiçbir şeyin kazandığım özgürlüğümden, mesleğimden daha kıymetli olabileceğini düşünmüyordum. Şimdiyse parmaklarımın arasından toz misali uçup giden özgürlüğümün; aslında o olduğunu anlıyordum. Sadece ekonomimi sağlamak değildi özgürlük. Özgürlük; onun kollarında korkmadan, aşkla, sevgiyle mest olmaktı aynı zamanda. Şimdiyse bana kalan, kulaklarımda yankılanıp duran kırılmış sesiydi. Ben, beni kırıldığım yerden defalarca sarmalamış bir adamı paramparça etmiştim.
Taşlı yollar seyrekleşip yerini sarı toprağında kara cinayetler taşıyan memleketimin sokaklarına bırakmaya başladığında ellerimle aşındırdığım yüzümü yeniden kuruladım. Boş anayolda tek tük birkaç araba vardı ve içinde olduğum takside şoför hariç, bir de Dilan'ın babası vardı. Gece Boran'ı getirip beni almışlardı ve ilk uçakla kendimi yeniden en başta bulmuştum. Doğduğum lakin büyüyemediğim memlekette. Hava aydınlanırken bizi havaalanından hali hazırda bekleyen bir taksici almış, yollara düşmüştük. Ben arka koltukta sessizce boğulurken onlardan da ses çıkmıyordu. Tıpkı sokaklar gibi herkes sükuna gömülüydü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FUNDA
Fiksi Umum"Kaç yaşına gelirseniz gelin kendi özgürlüğünüz için savaşmıyorsanız asla büyümüş sayılmazsınız!" *** Küçük bir kız çocuğuydu; abisinin yaptığı hatanın bedelini ödemek için. Küçük bir kız çocuğuydu; beyazlar içinde karanlığa gömülmek ve adına töre d...