ACI

276 22 1
                                    

Merhabalar. Kaldığımız yerden devam ediyoruz. İyi okumalar...

BÖLÜM 8

Birini sevdiğini nasıl anlarsın ya da birine karşı bir şeyler hissettiğini? Bunu kendine itiraf ettirmen için "artık çok geç" olduğu zamanlar mı hep beklenir? Çok geç olduğu zamanlarda mı o pişmanlığı ve iç hesaplaşmasını iliklerine kadar hissedersin yoksa zamansızlığı yaşadığında mı? Birine "seni seviyorum" demen için illâ ölümle yüzleşmek mi gerekir?

Dolunay yapabildiği kadar hızlı koşuyordu. Yüzüne çarpan rüzgâr hiç bu kadar yakıcı olmamıştı. Ağlıyor muydu? Güçlüyüm, yapabilirim düşüncesine zıt giden Yesung'u zamanında yetiştiremezsem düşüncesi zihninin duvarlarında savruluyordu. Yesung hâlâ acıdan kıvranıyordu. Ona zamanında yardım edebilecek miydi? Dolunay'ın gözlerinde biriktirdiği o minik göl artık yerçekimine yenik düşmüştü.

"Yapabilirsin, yapacaksın! Sen Alphea'sın." Kendi kendine söylediği bu sözler, Dolunay'a kendini daha güçlü hissettiriyordu.

Saniyelerle cebelleşerek koşuyordu, koşuyordu kabinin olağan dışı ritmine rağmen. Köyün ışıklarını görünce umudu daha da arttı.
"Yesung dayan, az kaldı. Kurtulacaksın bu acıdan."

Yesung duyuyordu ama cevap verecek mecali yoktu. Olan gücünü de kıvranarak harcıyordu zaten. Nasıl bir acı mı? Kızgın demirler vücuduna saplanırcasına bir acı. Ağlıyordu. Acıdan ağlıyordu!

Dolunay köye iyice yaklaştığında istemsiz olarak uludu. Bu bir yardım haykırışıydı oysaki. Uzunca ve acıklı ulumasına kendi de şaşırmıştı.

Ulumayı duyan köylüler koşarak meydanda toplanmışlardı. Reis de aralarındaydı. Dolunay köye girince adımlarını yavaşlattı. Onu gören köylüler korku ve dehşetle (onu koruyucuları sanıp) diz çökmüş, ellerini kafalarının üzerinde birleştirmişlerdi. Böylece kendince saygılarını sunuyorlardı.

Dolunay meydana hızla ilerlerken insanlar ona yol veriyordu. Dolunay'ın sırtında kıvranan Yesung'u herkes yeni yeni fark ediyordu. Ama çıt çıkmıyordu. Ölüm sessizliğine bürünmüştü etraf...

Dolunay'ın görüş açısına Reis girdi. Kısa bir süre durup onu izledikten sonra Yesung'un babası olabileceğini düşündü. Çehresi Yesung'a benziyordu.

Reis ilk defa gördüğü bu olağanüstü kurda şaşkınlıkla bakıyordu. Bu şaşkınlığı Yesung'u fark ettiğinde unuttu. "Oğlum..." diyebildi ve sonra yutkundu.

Dolunay'ın gözleri bu defa koşarak gelen şaman Yonhi'nin üzerindeydi. Herkes kaskatı kesilmiş, olduğu yere mıhlanmış duruyordu. Muhtemelen Dolunay'dan korkuyorlardı. Bir tek Yonhi, sadece o Dolunay'a yaklaşabildi. Gözleri dolu doluydu Yonhi'nin. Acaba Dolunay'ı tanımış mıydı? Çok kısa bir süre bunu aklından geçirdi Dolunay ama tanıyamazdı, tanımadığına karar kıldı.

Dolunay Yonhi'nin hemen önüne diz çöktü ve Yonhi Yesung'u kurdun sırtından alıp yere, toprağa yatırdı. Gözleri kapalı bir şekilde elini Yesung'un üzerinde gezdirdi. Yesung artık dayanamıyordu ve acıyla çığlık atıyordu. Yonhi gözlerini bir anda açıp Reis'e baktı ve "Kara büyü!" diye fısıldadı.

Yonhi hemen geldiği yoldan gerisingeri şifahaneye koşup küçük bir şişe ile döndü. Bu sırada Reis Yesung'un başucuna diz çökmüştü. Halk ise merakla olan biteni izliyordu.

Yonhi hızlıca şişedeki sıvıyı Yesung'a içirdi ve çok değil bir iki dakika sonra Yesung'un çığlıkları kesildi ve gözleri kapandı. Yesung'un ağzından siyah dumanlar çıkıp havaya karışıyordu.

Bunu gören Dolunay daha çok endişelendi ve eğilerek burnunu Yesung'un gövdesine sürdü. Dışarıdan bakanlar onu uyandırmaya çalıştığını rahatça anlayabiliyorlardı.

BAĞIMSIZ SAVAŞÇIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin