SEN NESİN?

167 18 6
                                    

Merhabalar... Bomba bir bölüm geldi... Nefeslerinizi tutun ve okumaya hazır oluuun... (Not: Hikayedeki resimde betimlenen şahıs var.)

BÖLÜM 17

Endişe... Korku... Suçluluk duygusu... Yesung'un yardım haykırışından net bir şekilde anlaşılan üç duyguydu. Ulumasıyla ormanı inletirken canlılara korku salmıştı. Şimdi ne mi hissediyordu? Kendisi de bu duygu karmaşasında hangisinin ağır bastığını bilemeyerek öfkeyle soluyordu. Tek hissettiği şey yoğun bir öfkeydi! Ona bunu yapanı bulacaktı ve Dolunay'ı kurtaracaktı! Sonrası mı? Belki o kişinin kafasını dişleriyle koparır bedenini de aslanlara yem derdi! Belki bu bile hafif kalırdı öfkesini dindirmeye!

Birkaç dakika sonra sürüsünü toplamıştı Yesung. Kararmış havayı aydınlatan gök gürültüleri ve yağmur fırtınayı haber verirken, akrabalarından, arkadaşlarından ve yabancılardan oluşan kurt sürüleri Yesung'un çağrısına uyup ona itaat için toplanmıştı bile. Yesung bu yapacağının babasına isyan olacağını bile bile -ki zaten Reislik mührünü taşıyordu, ha bugün ha yarın Reis olacaktı- Reisliğini ilan etmiş ve Alphea'sını bulmak için emirler yağdırmıştı! O alelade bir Reis değildi! Diğer kurtlar ona boyun eğmek zorundaydılar çünkü o reislerin reisiydi! O Alpha'ydı...

Sinirinden tüyleri kabarırken telepatiyle tüm kurtlara seslendi. "Alphea'mı bulmadan gelenin kafasını koparır tahtımın yanına asarım! Onu bulmadan dönmek yok! (Başıyla işaret ederek) Siz beşiniz, güneye! Siz beşiniz, güney batıya! Siz beşiniz, batıya!.. (Bütün yönlere yayılacak şekilde sürüsüne emirleri yağdırdıktan sonra ekledi) Bana ve Alphea'ma bu tuzağı kuranı bulan ilk olarak bana seslenecek! O kişiyle bizzat ben ilgileneceğim! Hadi şimdi dağılın!"

Sürü dağılırken Yesung iliklerine kadar öfke ve nefreti hissediyordu. Artık köşeye çekilmek yoktu! Saldırıya saldırıyla karşılık verecek, misliyle bunu onlara ödetecekti!

Sinirle nefesini havaya üflerken aklı hâlâ yerdeki kan damlalarındaydı. Dolunay'a kesinlikle bir şey yapmışlardı ve ölümü pahasına da olsa Yesung Dolunay'ı kurtaracaktı!

Beynindeki sesle irkildi ve dinlemeye koyuldu, bu Yonhi'ydi! Sesi endişeli geliyordu.

"Sürüdeki kurtlardan biri bana olanları anlattı. Dolunay'a yerini bulmak için simulakrum büyüsü uygulamaya çalıştım ama olmadı! Bu, ya Dolunay'ın büyüye karşı bir direnci olduğuna yani bunun engellendiğine ya da büyü yapılan kişinin hayatta olmadığına işaret ediyor... Aynı şekilde kolyeye yaptığım büyü de engelleniyor. Bu da her şeyin ince düşünülmüş bir plan olduğunu gösterir. Onlar Dolunay'a zarar vermeden onu bulmalısın!"

Yonhi telepatiyi kestiğinde Yesung damarlarında kan yerine ateş yayılırcasına burnundan soluyordu! Sonra bir an annesinin sözlerini anımsadı. "En kötü durumda bile sakinliğini koruyabiliyorsan başardın demektir." Sakinleşmek için derin nefesler alıp verirken uzakta bir yere düşen yıldırımla irkildi Yesung. Sonra bir an bu havanın normal olamayacağını anımsadı. Fazlasıyla kasvet yayıyordu! Yoksa... Yoksa bir lanet mi doğuyordu?! Evet! Yanılıyor olamazdı! Çocukken aldığı tarih derslerini anımsadı. Çocukken kasabanın uzağında kalan kurt insanların eğitimi için düzenlenmiş özel bir okulda şamanların verdiği eğitimlerle büyümüştü. Bu eğitimlerde tarihe işlemiş bir çok lanet ve ölümler gözlerinin önünden geçti. Peki bu bir lanetse kurban kimdi? Yesung aklına gelen ihtimalle donakaldı. Dolunay'ı hemen bulmalıydı!

&

Bir süredir zincirlerden kurtulmayı deniyordu Dolunay ama bileklerinin kızarması dışında herhangi bir şey yapamamıştı... Keşke gurur yapmasaydı! Keşke Yesung'un yanında olsaydı! Zaten biraz da kendisi suçlu değil miydi Dolunay'ın? Ona evini açan, ona sahip çıkan insanları yarı yolda bırakmayı düşünmüştü! Bunu hak ediyordu! Yesung bir anlık sinirle söylemişti onları, Yesung'u anlıyordu... Biri sizi yarı yolda bıraksa -ki bu değer verdiğiniz biriyse- siz de kırıcı konuşmaz mıydınız?.. Yesung belki de bağırıp çağırırken bunu yapma demek istemişti? Belki de Dolunay'a git derken kalmasını istemişti?..

Derin bir nefes aldı Dolunay. Her ihtimali düşünüp hayıflanmaktan zihni yorgun düşmüştü. Saatlerdir burada öylece bekliyordu. Bağırmamıştı, bağırsa mıydı? Ya da baygın taklidi yapıp da odaya girecek kişiyi mi bekleseydi? Her ne kadar baygın taklidi yapmayı aklına koysa da saatlerdir kimse odaya uğramıyordu. Acaba Dolunay'ı kaçıranlar onu burada mı unutmuşlardı?

Ah... Düşünmeyecekti! Kahretsin ki yapamıyordu! Her ihtimal beyninde cirit atıyorken Dolunay nasıl rahat durabilirdi ki?! "Acaba kurda dönmüşsem zincirleri kırabilir miyim? Ya da ateş gücümle zincirleri eritebilir miyim?" diye düşünürken denemekten zarar gelmeyeceğine kendini ikna ederek bedenini ilk olarak kurda dönüştürdü. Zincirler hâlâ kollarındaydı! Sonra insan bedenine dönerek büyü yapmayı denedi ve hiç beklemediği bir anda zincirlerden vücuduna elektrik yayılınca acıyla inledi. Bu hiç iyi bir fikir değildi! Bu zincir büyü geçirmezdi!

Elektrik akımı kesilince Dolunay acı içerisinde nefes nefese kalarak mırıldandı. "Alphea haklıymış. Bu defa beni o bile kurtaramadı..." Gözleri zorla kapanırken kapının açıldığını gördü. Nefes nefeseyken başını dikleştirdi ve gelen kişiye baktı...

Gelen kişi yüzünü gizleme gereği duymamıştı! Bembeyaz teni, dolgun ve kırmızımsı dudaklarıyla gerçek olamayacak kadar yakışıklı biri odaya girince Dolunay şaşkınlığını gizleyemedi. Gelen kişiyi baştan aşağıya gözleriyle inceledi. Kahverengi saçları fazlasıyla canlı duruyordu. Giyimi oldukça şık olan bu erkek, görünüşüyle İngilizleri andırıyordu.

 Giyimi oldukça şık olan bu erkek, görünüşüyle İngilizleri andırıyordu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Adam Dolunay'ın gözlerine bakarak yavaş adımlarla sandalyeye yöneldi. Onu çekip Dolunay'ın tam karşısına getirdi ve oturdu. Bunları yaparken sinir bozucu derecede yavaş hareket ediyordu! Elini ceketinin iç cebine atıp bir paket aldı ve içinden sigarasını çıkarıp dudaklarıyla buluşturdu. Daha sonra çakmağı sigaranın ucuna tutup derin bir nefes içine çekip dumanı yine sinir bozucu bir hareketle Dolunay'a nazikçe üfledi.

Dolunay'ın siniri giderek artıyordu! Karşısındakinin söze girmeyeceğini anlayarak kendisi konuşmayı başlattı.

"Sen kimsin? Benim burada ne işim var? Bu zincirler de neyin nesi?! Sen canına mı susadın?!!"

Karşısındaki adamın dudakları kıvrılırken alayla Dolunay'a bakmaya devam ediyordu. Sigarasından derin bir nefes daha alıp havaya üflerken yerinde öne doğru eğilerek Dolunay'ın gözlerinin içine baktı. Dudaklarındaki alaysı gülümsemesini hâlâ korurken sinir bozucu bir yavaşlıkta: "Diyelim ki canıma susadım. Sen bana ne yapabilirsin ki?! Alphea?.."

Dolunay sinirle karışık bir kahkaha attı. Bu adamdan korkmuyordu! Kimseden korkmuyordu! Dolunay Alphea olduktan sonra cesur ve korkusuz biri olmuştu. İşte bunu kimse Dolunay kadar iyi bilemezdi...

"Bunu bir korkak gibi beni zincirleyen kişi mi söylüyor?!" Bu defa dudaklarını kıvıran Dolunay olmuştu. 

Karşısındaki ona derin derin bakıyordu. Dolunay karşısındakinin gözlerinde bir gariplik sezmiyordu. Vampir olamazdı! Yoksa gözleri onu ele verirdi. Acaba lens mi takmıştı? Ama hayır dikkatle gözlerine bakıyordu, lens olsa bunu anlardı...

Sorusu cevapsız kalınca Dolunay dayanamayarak sordu: "Sen nesin?"

Karşısındaki bu soruyu bekliyormuşçasına diklendi ve yine sinir bozucu bir yavaşlıkla "Lanetin!" dedi...

•••
Heyecan dorukta... En çok hangi kısmı beğendiniz?

Ee artık beğeni isterim yani size düzenli olarak bölüm yazıp yüklüyorum :D

Bir dahaki bölüme kadar heyecanla kalın...

BAĞIMSIZ SAVAŞÇIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin