"Senden korkmuyorum çünkü...
...Ahh boşversene"Arkamı dönüp hızla yürümeye devam ettim. Seni seviyorum ve sevdiğim kişiden korkmuyorum diyemezdim. Hele bu kadar şey olmasına rağmen hala beni burnu havada biri gibi görüyorsa demekki beni hiç tanımamış. Yada tanısa bile sırf diğerleri gibi zengin olduğum için ne yaparsam yapayım kötü ve şımarık kız damgası yiyordum.
'Çok fazla ilerleme. Senin yüzünden kaybolmamızı istemiyorum'
"Öyleyse beni takip etme. Git kendi başına ara. Zaten birlikte arayın diye bir kural yok. Hangimiz bulursak zaten ikimiz de kazanmış olacağız"
'Peki sen bilirsin. Ben başka yoldan gideceğim'
"Güzel~ GİT..."
Durmadan yürümeye devam ettim. Zaten artık adım seslerini de duymuyordum. Neden böyle davranmıştıki şimdi? Ben birlikte olacağımız için sevinirken o beni ötekileştirip duruyor. Sanki ona tüm kötülükleri ben yapmışım gibi davranıyor.
Yavaşça yere çökerek ağaçlardan birine yaslanıp oturdum. Benim suçum neydi? İnsanlara iyi davransam bile kötü oluyordum.
Hiçbir şey beklemeden sevsem bile kötü oluyordum. İstediklerini yaptığımda bile kötü oluyordum. Gerçekten bıkmıştım artık.
Şu dışı janjanlı içi karanlık hayatımda kalbime iyi gelen iki şey vardı biri universiteyi bitirip kendi ayaklarımın üzerinde durabilmek diğeriyse oydu. Anlaşılan aşk için denilen şeyler yanlış değilmiş.
İnsanın kalbini çok ama çok kırıyordu. Beynini kendi etkisi altına geçirip uyuşturuyordu. Bazı şeyler hayal etmeye ve düşünmeye başlıyorsun. Mutlu oluyorsun o iskambil kartlarından olan evi inşa ediyorsun ve o sırada tekrar gelip bir kartı çekiyor ve hepsi tekrar yerle bir oluyor...
Düşündüğüm şeyler, burdaki sessizlik ve yalnızlık içimdeki duygu karmaşasını tamamen dışa vurmama neden olmuş ve hıçkırarak ağlamaya başlamıştım. Elimle ağzımı kapatarak başımı dizlerime yaslamıştım. Lütfen artık değer verdiğim birileri bana da değer versin...
Yavaşça başımı kaldırarak sağıma baktığımda gördüğüm şeyle yüzümde bir gülümseme oluşmuştu.
Göz yaşlarım hala yüzümde dururken gülüyordum. Sanırım gerçekten iyi değildim. Ayağa kalkarak gördüğüm şeye doğru ilerlemiştim.
Gerçektende söylenen kadar gözalıcıymışsın güzel çiçek... Ne kadar güzel ve güçlü duruyorsun ama sende zayıfsın biliyorum.
Kameramı alarak gülün bir kaç resmini çekerek tekrar çantama yerleştirdim. Az önceden beri burda olduğum için ve buraya kimse gelmediği içün demek ki ilk resmi çeken bendim.
Çantamı alarak ayağa kalkıp gözyaşlarımı sildim. Saçlarım çoktan kurumuştu umarım kıyafetlerimde kurumuştur. Tişörtünü bir şey olmadan geri vermek istiyordum.
Yarım saat yürüdükten sonra kamp alanına varmıştım. Öğretmenler kendi çadırlarının yanında oturmuş sohbet ediyorlardı. Yanlarına giderek fotoğraf makinesini uzatarak resmi gösterdim.
"Çiçek bu mu hocam?"
-Evet bulmuşsun Marita. Çok güzel..
Arkama ve etrafa merakla bakarak tekrar bana dönmüştü.
-Takım arkadaşın nerde? Birlikte değil miydiniz?
"Ayrılıraak daha çabuk buluruz diye düşündük"
Başıyla onaylayarak kameramı bana geri vermişti.
-Sen iyi misin Marita?
"Hıhı çok iyiyim hocam. Ben biraz dolaşabilir miyim?"
-Tabiki ama dikkatli ol.
Başımla onaylayarak yanlarından ayrıldım. Sabahki o şelaleyi yakından görmek istiyordum. O yüzden oraya gitmeye karar verdim.
Hem yalnız dolaşmanın nesi kötüydü ki? Hayatının her anında yanındaki vücutlara rağmen yalnızlık çekmiş biri için bunlar hiçbir şeydi.
Baba, keşke beni bırakmasaydın, giderken benide götürseydin. Beni neden annemle bıraktın ki? O beni hiç sevmedi. Sana olan kızgınlığını hep benden çıkardı. Hep beni dövdü hep beni aşağıladı...
Bir süre sonra etrafa baktığımda köprüyü çoktan geçmiştim. Şelalenin sesini duyabiliyordum. Her adımımda ses daha fazla çoğalıyor ve daha soğuk olmaya başlıyordu. Sonunda tam yanına varmıştım.
Tabiatın insanları rahatlatan bir özelliği olduğunu daha önce duymuştum ama yalnız kaldığım zamanlarda bunu daha çok anladım. O kadar güzel hissettiriyordu ki... Hatta büyüleyici bir özelliği vardı sanki seni içine almak istiyormuş gibi.
Sanırım yarım saat ya da belki kırk dakika öylece şelaleyi izlemiştim. Artık hava karardığı için geri dönmeye karar vermiştim.
Kamp alanına vardığımda nerdeyse herkes geri dönmüştü. Yoongi ortalarda gözükmüyordu belkide kendi çadırlarında dinleniyordu. Belkide ormanda dolaşıyordu.
Neyse sonuçta bunlar kendi bileceği bir şeydi. Çadırımın yanına giderek açarak çantamı içine fırlattım. Yorgundum ve tek istediğim uyumaktı ve artık yalnız olmam falan umrumdada değildi. Ne olacaksa olacaktı.
Çadırın içine girdiğimde biranlık tekrar geri çıksam mı diye düşünmüştüm ama o fermuarı çekerek girişi kapatmıştı.
"Burda ne işin var?
Bir şey söylemeden öylece baktığında gerçekten sinirlenmiştim.
"Bence bu gün için öğretmenle konuşabilirsin. Sizin çadırdakilerden birini başka çadıra yollayabilir böylece çok fazla kişi olmaz ve sende Taehyungla rahat bir şekilde uyursun. Ayrıca Taehyungu yalnız bırakmamalısın hasta olmuş olabilir. Sana ihtiyacı olabilir. Kısacası gitmelisin"
'Çok konuşuyorsun'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Different Worlds /Farklı dünyalar |MYG|
Fiksi PenggemarDudaklarımı kanlı dudaklarına bastırdığımda gözlerindeki ifadeyi hiç bir zaman unutmayacağımı biliyordum. Büyük ihtimal o da bu öpücüğü asla unutamayacaktı. Gözlerimi kapattım ve o bakışları sonsuza kadar zihnime kazıdım İki farklı karakterin kendi...