Bakışlarını her bir insanda gezdirdi. Kafasında çeşitli senaryolar kuruyor, müthiş rahatsız hissediyordu. Telefonunu fevrice cebine yerleştirdiğinde derin bir iç çekip önem arzeden kişiye kaydırdı gözlerini. Alya da, Toprak da küçük kızın bir şeyler söylemesini bekliyordu. Fakat kız, hiçbir şekilde tepki vermiyor, yalnızca bakıyordu.
"Eda?" Bu ses Toprak'tan çıkmıştı.
"Niçin ağlıyorsunuz?"
"Edacığım sana bir şey söylememiz gerekiyor," dedi Alya, kızaran gözlerinin ileri gitmesini ne olur ne olmaz önlemek için tavana birkaç saniye baktıktan sonra.
Eda, Toprak'a ve Alya'ya doğru yaklaştı. Gözlerini kırpıştırıp lafın devamını bekledi. Genç adam, küçüğü kucağına aldı ve saçını okşadı. Bu küçük kıza annesinin öldüğünü nasıl söyleyeceklerdi? Üç kişi oturmuş, gözlerini anlamsızca birbirlerinde gezdiriyorlardı. Toprak, huzursuzlukla derin bir iç çekerek konuştu: "Eda biliyorsun ki, annen bir süreliğine buralardan uzaklaşmak istedi."
"Onun beni terk ettiği biliyorum."
Küçük kızın bu cevabı, herkesi hayrete düşürmekle beraber söyleyeceklerinin hassasiyeti konusunda diken üstünde tutmuştu.
"Pekâlâ. Edacığım, annen..." dedi, gözlerini kapadı ve yutkunarak konuştu. "Depremden dolayı..."
"Öldü mü?" demişti kaşları kalkık şaşkın biçimde. "Oha!" Toprak'ın kucağından inip gitmişti. Ardından banyodan gelen hıçkırık ve haykırış sesi, herkesin içine çökmesine sebebiyet vermişti. Kendisi minik; zekası kocaman bu kız, yalnız kalmayı tercih etmişti.
"Bu kadının kafasına sıkılası bir beyni var," dedi Alya, Eda'nın annesi hakkında.
Başak, Toprak'a yaklaştı ve konuşmaya yeltendi. Az önce küçük kıza olan hüzünlü gözler gitmiş, eski gözler yerini almıştı. Bakışları, her an bir şey yapacakmış gibi bir izlenim verse de; sesindeki tını, haksızlığa uğrayan bir çocuk misali savunmasız kalıyordu. Kırmızıya boyanan gözlerle genç adamın gözlerine baktı ve dudaklarından şu kelimeler döküldü: "Keşke, daha önce kalbinde biri olduğundan bahsetseydin. Bunu bilmemesi gereken bir canavar mıyım gözünde?" dedi ve duraksadı. Öfkesinden midir bilinmez, bir kahkaha patlattı, sözlerine geri döndü. Bu defa sesi de acımasız bir keskinliğe bürünmüştü. "Gece karanlığında Güneş arıyorsun. Hayatının hatasını yapıyorsun."
"Sakın," dedi, Toprak işaret parmağını ona doğrultarak, "şeytani dürtülerini ondan uzak tut."
"Keşke onun kadar iyi olsaydı."
"Nergis'i sen mi getirdin?" diye sordu Alya.
Başak, isime aşina olmadığını gösterir bir tavırla Alya'nın baktığı yöne baktı. "Evet, sizi sordu getirdim,"dedi. Sessizlik oluşunca, "Rica ederim," diye devam edip oradan ayrıldı.
Alya, kız kardeşi olduğunu iddia eden kadından açıklama bekler bir tavır aldı. Nergis, ne yapacağını bilmez bir hal ile duruyordu. Yine aynı bakışlar vardı yüzünde. Sanki, gerçekten masumdu. Sanki, hakikaten anlattığı her şey doğruydu. Ezgi ve Buğra varken konuşmak, sakıncalı olduğundan şimdilik susma kararı aldı. Hep birlikte banyoya, Eda'nın yanına gitmişlerdi. Eda, birkaç dakika süren seslenmenin ardından kapıyı aralamıştı. Buğra, kızın önüne çöküp elini tutu. Küçüğün suratını, acı bir tebessümle incelerken konuştu: "Üzüldüğünün farkındayız ama buradan çıkmalıyız birtanem. Senin için yapacağımız her neyse evden çıktıktan sonra yapmalıyız."
"Annem öldüğü için değil, beni sevmediği için üzülüyorum." Buğra'nın elini tuttu ve ona baktı. "Ama ölürken canı çok acımıştır, değil mi?"
![](https://img.wattpad.com/cover/235760555-288-k642735.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUMA KONUŞMAK İSTİYOR
General FictionDuma: Sessizlik meleği "Seni bu duygusallığın bitirecek." Uzun saçlarının bir tutamını parmağında gezdirip ona eğildi ve nefesinin dudaklarına çarpmasına neden oldu. "Ve sen Alya, bitmeye yakın bir mum gibisin." "Halihazırda bitmiştim ama sen yakmay...