SERİM DÜĞÜM TIP (29)

118 41 117
                                    

Aradan geçen birkaç saatin sonunda genç adam, tüm sakinliğiyle kanepeye oturuyorken; kadın, düşünceleriyle beton zemine yerleşmiş, başını Toprak'ın dizine dayamıştı. Laciverte boyanan gökyüzünün ufak pencereden ettiği eşlik de uyku getiriyordu. Fenerin aydınlattığı küçük kulübede sobanın tatlı bir sıcaklık vermesiyle ve yanan odunların sesiyle öylece duruyorlardı. Alya, ağır hareketlerle yerinden kalkıp yeniden Toprak'ın yamacına oturduğunda; adam, ona göz ucundan bakmakla yetindi. Alya'ya hâlâ kırgın ve mesafeli olmakla beraber, ne hissedeceğini, ne düşüneceğini bilemeyen birinin hayreti vardı üzerinde.

"Babamı böyle bilmeni istemezdim. Bu gerçekle yüzleşip kendini sıktığın için özür dilerim." Bunu söylerken Alya'ya bakmamıştı. İlk kez, konuşurken gözlerine bakmamıştı. Sesi de yönü olmayan bir çizgiyi andırıyordu.

Alya ise, onun aksine kendisini karşısındakine odaklamıştı. Toprak'ın ona bakmaması canını yakıyor, ancak gözlerine bakmayı sürdürüyordu. Konuşmaya yeltendi, cümlesini toplamaya çalıştı ama yapamadı. Sesi, bu odada yankılanmak için fazlalık gibiydi. Sonunda adamın elini özgüvensizlikle tutup dudaklarını araladı.

"Toprak... Ben, girdiğim cehennemden çıkmak için senelerce uğraştım. Özgürlüğümü kazanmak adına her yolu denedim. Annemi bulmaya, babamı bulmaya, o silahın yerini tespit etmeye çalıştım. Bu şekilde, kendi bağımsızlığımı elde etmek için savaş verdim ama aşkı bulmaya uğraşmadım hiç. Özgürlük; bir sınırının olmaması değil, kendi sınırlarını belirlemekmiş meğer. Benim sınırım, sensin sevgilim. Sen yanımdayken ne yaşadığımın, nerede olduğumun, hangi mesleği yaptığımın hiçbir önemi yok. Seni hissettiğim her an küçük bir çocuğun neşesini, uyuyan bir bebeğin huzurunu hissediyorum üzerimde. Ben sana söyleyeceklerimle canını acıtan kişi olacağımdan bunu kendi içimde hep erteledim. Biliyorum sevgilim, çok büyük bir hataydı. Biliyorum, bana çok kırgın, çok kızgınsın. Fakat ne olur sevgilim, senin için her şeyi yapacağımı unutma olur mu?"

"Biliyorum Alya, seni suçlamıyorum." Ellerini çekmemişti. Alya'nın gözlerine saniyelik de olsa bakmıştı ama eksik bir şeyler vardı. Ya da fazla mesafe söz konusuydu. İsmiyle hitap ettiği her cümle buzdan bir kaya gibi yük bindiriyordu. "Sadece yaptığımız plan yolunda gitsin, tek isteğim bu."

Alya, bu söz üzerine başını sallayıp ellerini çekerken sırtını koltuğa yasladı. Biraz sonra Toprak'ın telefonunun çalmasıyla durması bir olurken; genç adam, gözlerini kanepenin üzerindeki telefonuna dikti. Ekrana baktığında gördüğü isimle minik bir nefes aldı. "Buğra'ymış, ödemeli atmış." 

"Vizyonsuz işte," diye cevap verdiğinde Toprak'ın belli belirsiz gülümsediğini görmüştü.

🪶

Herkes koltuktaki yerini almış, yılbaşının sıradan akşam yemeğinin ardından bir yılbaşı ritüeli olarak çerezlerini yiyorlardı. Ortam, kimi zaman kişi sayısının azlığına rağmen sesle çalkalanıyor, kimi zaman da sükunete bürünüyordu. Her ikisi de her şey yolunda, kimse hiçbir şey öğrenmedi, hayatları her zamanki halinden bile daha güzel gibi davranıyorlardı. Toprak, Semiha'ya gülümsüyor, Havin ile dalaşıyor, annesini her zamanki kocaman öpücüklerine boğuyor ve Buğra'nın kerata hallerine laf söyleyip duruyordu. Bu durum, söylemesi kadar kolay değil, oldukça zordu. Ara sıra hiç olmadığı gibi bitkin bakacak kadar zorlayıcıydı.

Annesinin Semiha'ya olan kardeşçe davranışları, adamın içinde dur durak bilmez bir ihanet parodisine yol açıyordu ki bu, onu dikkatli izleyen herkesin görebileceği bir şey olsa da odak noktası gibi hemen fark edilmiyordu. Özellikle de kendisinde anne edası uyandıran kadına olan sakin yaklaşımları, genç adamı bir hayli güç duruma sokuyor; o kadınla iletişimde bulunduğu her an, babasının bu kadına, annesine dokunduğu gibi dokunduğunu düşünüyor ve bu düşüncenin hissettirdiği tiksintiyle anlık olarak gözlerini kapatıyordu.

DUMA KONUŞMAK İSTİYORHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin