DURULAN ZAMANLAR SİLSİLESİ (33)

111 36 206
                                    

Bu iki kurşun kendisinde değildi; yaşıyor, dirliğini hissedebiliyor, acıya dair en ufak bir şey duymuyordu. Sol tarafına bakarak ayakta dik biçimde duran Alya'yı gördüğünde işittiği bu azaptan hallice seslerin birer hayal ürünü olduğunu düşündü. İçinin rahatlamasıyla farkında olmadan havayı içine çekti. Ateş ederek uzaklaşan adama bakıp gözlerini yeniden sevgilisine çevirdi.

Alya, önce sendelemiş, dizlerinin bağı çözülmüşçesine diz kapaklarının üzerine düşüvermiş sonra yere yığılmıştı. Yalnızca iki saniyeliğine olan bu hadise, Toprak'a dünyanın en ağır çekimli sahnesini izliyormuş gibi hissettirmişti. Günün en aydınlık; şahit olduklarının en karanlık vaktiydi sanki. Sevgilisinin önüne geçip ellerini tuttuğunda sağ göğsünde ve birkaç santim aşağıda iki tane olmak üzere toplam üç delik olduğunu gördü.

"Alya?" diye bir mırıltı çıkmıştı ağzından.

Şok etkisiyle gözleri henüz dolmamıştı. Kalbinin varlığını hiçbir şekilde hissetmiyor, bedenine hızla yayılan sıcaklıkta kayboluyor ve Alya'nın ışıltıdan eser kalmayan gözlerinden dolayı ruhunun her bir yerine batıp çıkan bıçakları gözleriyle ele veriyordu. Sahi, ne yapılırdı böyle durumlarda? Canından olacak kadar aşık olduğu kadının canından olması düşüncesi, zihninin en ücra köşelerine bile kilit vurup vücut fonksiyonlarını kısıtlamıştı. E dizilerde, filmlerde olduğu gibi değilmiş ki bu. Kalbinde en ufak bir yaşam kırıntısı sezmeyen biri, nasıl olur da her şeyi salim akılla yönetebilir? Saçmalıktı.

Alya, bir yumru gibi hissettiği kurşunların bedenine yüklediği boğucu ağırlık altında konuşacak güç bulamıyor ve duyduğu acının etkisiyle nemlenen kirpiklerini usulca kapatıp açıyordu. Kanın bedenindeki sıcak akışını bu soğuk havada hücrelerine kadar hissetmesi keskin bir ürperti veriyordu. Kalbinin attığını ama sadece atmak için atar gibi ağır ağır kan pompaladığını fark edebiliyordu. Karnından ve göğsünden akan kan, beyaz kabanında ve karların tanecikli yapısında inatla yol alıyordu. Saçları, bu serinlikte boynuna atkı gibi yayılırken; parmakları, vücut fonksiyonlarını kontrol edercesine hafifçe kıpırdıyordu.

Onu yerden kucağına alan gözü yaşlı adama baktı önce: Oldukça savunmasız ve çaresiz görünüyordu. Yavaştan soğumaya başlayan parmak uçları, sevgilisinin birkaç günlük sakalına değerken; minicik de olsa gülümsemişti. Zihninde ölüme dair en ufak bir şey yer edinmiyordu, onu derdi yaşamaktı: Bu adamla yaşamaktı. Onun derdi, bu adamı öpmek, koklamak, ona bakmak, aynı bu şekilde kucağında uyumaktı. Birlikte yaşamak istediği adama kendi hayatını bahşetmesi, içten içe sevinç ve gurur yüklüyordu tüm bedenine.

"Alya... Alya uyuma! Uyuma bir tanem, uyuma güzel kızım, sakın kapatma gözlerini!" Kapanmaya başlayan gözleri, kucağında olduğu adamın sesiyle yeniden aralanmıştı.

Kontrollüce yerleştirildiği arabanın sağ koltuğundan başını kaldırıp sol koltuğa hızla binen Toprak'a baktı: Elleri titriyor, gözünden inatla akan rahatsız edici birikintileri kabaca siliyor, ara sıra Alya'ya bakıp elini tutuyordu. Boğazından biçare hıçkırık kendisini özgür bıraktığında ortalığı yakıcı bir çığlık kapladı. Alya, onun bu halini görünce gözündeki yaşlar acısıyla karışmıştı.

"Ben..." dedi Alya. Sesini duyurmak için kısık bir nefes aldı. "Ben, annemin beni terk ettiği yaştayım."

"Alya yapma, terk etmek yok!" dediğinde yere düşmüş telefonları ve silahı yerine koydu.

"Bir- iki sene öncesine kadar..." Kesik bir nefes daha. "... yaşamak için hiç sebebim yoktu. Bir sır vereyim mi? Defalarca ettiğim intiharlarımın sonuçsuz olmasına sevindiğim tek nedensin." Yutkunduğunda Toprak'ın daha da kötüleşen suratına şahit oldu. "Ama ben annem gibi olmayacağım sevgilim söz. Şayet olursam yıldızlara bak, kardeşimle mutlu olduğumu göreceksin." Boğazındaki yumruya istemsizce dokunmak istedi ama eli havaya kalkamadı. "Son olarak sevgilim sen..."

DUMA KONUŞMAK İSTİYORHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin