Çekimser adımlarla içeriye tek başına girdiğinde annesine bir süre bakmadı. Arkasını dönüp kapıyı kapattı, gözlerini yere değdirerek annesinin olduğu tarafa baktı. Yine, göz göze gelmemek için penceredeki manzaraya bir anlığına göz gezdirdi. Sonra aniden annesine baktı. Beyaz tenli yüzünde yalnızca ufak tefek kırışıklıklar vardı. Kısa ve koyu kestane renkli saçları, onun yaşındaki bir kadına nazaran gayet bakımlı görünüyordu. Mavi metal sandalyesini pencere kenarına çekmiş, muhtemelen dışarıyı seyrediyordu.
Alya ise, hâlâ hiçbir duygu beslemiyordu. O zamana kadar: Annesi konuşurken ezeli düşmanını dinliyor gibi hissetmişti. Sesi, çatallaşmış; üslubu lakayıttı. İşte o zaman genç kadının omuzları düştü, gözleri öfkeyle kısıldı ancak sesi tam aksine bitkin çıkmaya meyilli hale geldi.
"Beni buradan almaya mı geldiniz?" dedi umursamaz bir tavırla.
Alya, solunda duran sandalyeye oturup umarsız bakışlarla yanıtladı: "Niçin? Ona göre mi tavır takınacaksın?"
Annesi, alayla güldü. "Aptal bir çocuktan zeki bir kadına dönüşmüşsün."
"Fakat sen, aptal olarak kalmışsın."
Annesi, Alya'nın bu lafı üzerine histerik biçimde gülümsemiş ve gözlerinin içine bakmıştı. Bir süre sessiz kalmış ve sandalyeye iyice yayılmıştı. "Benimle böyle konuşamazsın Alya," dedi. "Özür dile."
"Özür mü?" diye sorduğunda öfkeyle kıkırdadı, gülüşü aniden kesildi. "Bütün aptalları bulmam uzun sürebilir." Açıkçası, şu an karşısındakinin sinirini bozan bir rahatlığı vardı.
Annesi, göz devirdi. "Neden bulmak istedin beni?! Niçin peşimi bırakmadın?!" dedi annesi, irileşmiş gözleriyle.
Bütün bunların ardından bir de azar mı işitecekti? Saçmalık. "Merak etme," dediği sırada yerinden kalkıp acı ve sinirle harmanlanmış bir tınıda konuştu: "Niçin beni terk ettin, başlığı altında birkaç hüzünlü cümle kurup omzunda ağlamayacağım. Yirmi sene. Yirmi senedir görmedim seni. Ve onca yıl, terk etti ama neden, diye de sormadım! Acaba şu an ne yapıyor, diye düşündüm. Acaba nasıl birine dönüştü, diye sordum kendime. İşte! Bu amaçla geldim. Ama öğrendim ki annem de babam da beni birkaç dünyalık için satmışlar!"
Bu bağırışların ardından derin nefes eşliğinde sözlerini devam ettirdi: "İstemiyordum. Sevginizi de sizi de istemiyordum. Yalnızca doğal olanı, bağımsızlığımı istedim. Fakat siz, beni girdabın önüne koymamışsınız gibi, o girdabın içine attınız! Hem de hiç düşünmeden! Akıl etmeden! En ufak bir iç sızlaması hissetmediniz. Ben, bu süreçte hayatımın en berbat yıllarını yaşarken, sizin yüzünüzden ağır psikiyatri ilaçları alırken, bir serseri gibi sokaklarda dolaşırken, kavga edip dayak yerken... Benim size hiçbir kötülüğüm olamadı ki! Neden beni leş hayatlarınızın geçim kaynağı yaptınız?!" Son cümlelerini söylerken gözleri dolmuştu. Toparlanarak devam ettirdi sözlerini: "Biliyordunuz, değil mi? O tabancayı da yerini de biliyordunuz?!"
"Biliyorduk. Baban, özellikle baban... Mostafa'yı devamlı aramalarıyla tehdit ettiğini duydum."
Genç kadın, biraz duruldu. Aklına gelen şey ile kendini silkeledi. "Babam mı? Sürekli Mostafa'yı mı arıyordu?"
"Evet." Ses tonu düzdü.
Alya, zihninde o günü düşündü. Kasanın yerini ilk duyduğu vakti, Mostafa'nın bir adamla gizlice konuştuğunu, Mostafa'nın kıstırılmış durumunu... Gözünden, yüzünü şirince ürperten minik bir damla süzüldü. Bedenini şaşkınlıkla tatlı bir ürperti sardı.
"O tehditkar adam, benim babamdı."
"Seninle uğraşmaya mecalim yok Alya. Sorun nedir?" Annesinin bu bilgiç tavırları karşısında yüzünü ekşitip yeniden konuştu: "Bana üzülmemişsin belli. Peki ya diğer kızına? O çok düşkün olduğun kızının sen ve eski kocan yüzünden uyuşturucu kullanıp hayatını kaybetmesi canını biraz olsun yaktı mı?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUMA KONUŞMAK İSTİYOR
Ficção GeralDuma: Sessizlik meleği "Seni bu duygusallığın bitirecek." Uzun saçlarının bir tutamını parmağında gezdirip ona eğildi ve nefesinin dudaklarına çarpmasına neden oldu. "Ve sen Alya, bitmeye yakın bir mum gibisin." "Halihazırda bitmiştim ama sen yakmay...