Ağlamaya bir kere başladığımda hiç bir zaman duramayacağımı biliyordum. O suya bir kez girdiğimde içinde boğulacağımdan emindim.
Şimdi sürekli göğsümde hissettiğim ağrı ile genzime kadar çıkan göz yaşlarımı yutmaya çalışıyordum. Boğazımda sürekli bir hıçkırık saklıydı. Sürekli taşmaya hazır bir vazo gibi hissediyordum. Su damlamış, damlamış, vazo dolmuş ama bir türlü taşmamış. Çünkü taşabileceği bir yer yok. O yüzden yavaş yavaş kırılıyor, bütün suyu içinde tutamayacağı için hafif çatlaklarla parçalanmaya başladı bile.Yuttum.
Düşüncelerimi, hislerimi, göz yaşlarımı.
Hepsini yuttum.
Devam etmek için kendimde geriye kalan son güç kırıntılarını bulmak zorundaydım.
Çok uzun, çok geç kalınmış bir özür borçluydum.
Kendime, anneme, belki herkese.
Çok uzun bir veda olacaktı bu, gözlerimi kırpmadan önce, toz toprak içindeki son nefesi içime doldurmadan önce, gerçekleştirmem gereken çok uzun bir veda vardı.
Arkadaşlarıma, aileme, kendime veda etmek zorundaydım.
Aslında zorunda olmak değildi de, ihtiyaç duymaktı.
Ben onlara bir veda, onlar bana bir af borçluydu.
Ben onlara biz özür, onlar bana bir hoşçakal borçluydu.
Beril olmaktan nefret ettiğimi sanıyordum.
Aslında ben Beril olmaktan değil ben yaşadığım bu dünyadan, bu insanlardan nefret ediyordum. Ta ki nefret ile gizlediğim duygunun ne olduğunu öğrenene kadar. Acıydı bu. Ben acı duyuyordum. Kendime, başkalarına, her şeye karşı acı duyuyordum. Öfke sandım, kin sandım ama acıydı bu.
Acı çekmiştim.
Hayatta kalmak için gözlerimi kapattım ve unutmak istedim. Yoksa ölürdüm. Acıdan ölürdüm. Unutmasaydım, unutmasaydım...
En büyük veda, en büyük özür insanın kendine borçlu olduğu bir şeydi aslında.
Kendimi bile isteye bir ateşin içine atmıştım çünkü yanmayı hak ettiğimi düşünüyordum.
Pişmanlıklarım o kadar dolu doluydu ki, o kadar taşıması ağırdı ki dayanabilmek için kalbimi söküp atmak ve bir daha hiç bir şey hissetmemek zorunda kalmıştım.
Ben aynaya baktığımda aslında karşımda hiç bir şey görmüyordum.
Bir hiçtim.
Kimsem yoktu, yalnızdım. Kendimi bile terk etmiştim.
Bende kurtaracak hiç bir şey kalmamıştı. Ruhum yoktu, kaybetmiştim. Gözlerimin içine gerçekten baksaydı herhangi biri orada görebilirdi, içlerinin ne kadar boş olduğunu.Bir insan ruhunu nasıl kaybeder?
Ondan her şey alındığında.
Benden de her şey alınmıştı, neye tutunmak istesem ya ben kendim kaybetmiştim, ya da benden sökülerek alınmıştı, sonunda kabul ederken buldum kendimi.
Asla hiç bir şeye sahip olmayacaktım, sahip olacağım tek şey uzun bir veda olabilirdi ancak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Avukat
ActionHiç bir şeyden korkmayan birini ne kadar tehdit edebilirsiniz ki? "Beyefendi burası dağ başı değil, bir hukuk ülkesi. Anayasası olan bir ülkede kimse kimseyi bu şekilde tehdit edemez." "Ne yazık ki sizin kitaplarınızın adaleti sokakta geçmiyor...