Adnan'ın beni bırakıp gitmesi üzerine, hâlâ çocukluk evimde, yerde halsiz bir şekilde öylece duruyordum.
Ne yapacağımı, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.
Halbuki burası benim evimdi. Ben bu duvarların arasında doğmuştum. Bu dünyada en ait hissettiğim yer burası olmalıydı. Öyle olmasını isterdim. Ama ben burada bile her zaman bir misafir olmuştum. Zamanı dolduğunda gitmesi gereken bir misafir.
Ruhum içimden çekilmiş gibiydi.
Benim zihnimin içi her zaman zifiri karanlık olmuştu. Ben her zaman karanlık düşüncelere sahip bir insan olmuştum. Her zaman peşimde pişmanlıklar, azap ve yıkım bırakmıştım.Zaten bu yüzden burdan, bu evden kaçmamış mıydım? Ne yaparsam yapayım uyum sağlayamamıştım. Ne bu eve, ne de bir zamanlar aile dediğim insanlara.
Ne onlar beni kabul edebilmişti, ne de ben onlar gibi olabilmiştim.Evimdeyim anne.
Yıllar geçti.
Bu duvarlar hâlâ aynı.
Bu bina hâlâ eskisi gibi yıkılmak üzere.
Derme çatma bir çatı var başımızda.
O çatı aldında ezilmek üzereyim anne.Tek bir iyi anım olsa. Tek bir şeye tutunabilsem.
Ama yoktu.
Güneş bana hiç doğmamıştı. Sonsuz bir gün batımı altında acı çekmeye mahkumdum.Neden, nasıl, ne ara bu hale gelmiştim artık hatırlamıyordum.
Belki hep böyleydim, belki değil. Ne önemi kalmıştı ki?
Hatırlamanın ne anlamı kalmıştı? Geçmişi kazdıkça ordan çıkaracağım tek şey pişmanlıklardı.Doğrusu, bu soruların cevabını aramaktan da sıkılmıştım artık. Sürekli koşmaktan, yolun sonunun hiç bir yere çıkmamasından yorulmuştum.
Solgun ruhumun her bir köşesinde kalp kırıkları yatarken, artık her şey biraz daha bulanık, biraz daha paramparça geliyordu gözüme. Hayatımı buğulu bir camın arkasından izliyordum.
Kirli, pislik içinde kalmış bir cam.
Kendimle yaşamak böyle bir şeydi işte. Nereye dönersem döneyim ben yine en kötü olanı buluyordum. Kendimden kaçamıyordum.Her şeyden kaçabiliyordum.
Ama kendimden kaçamıyordum.
Bir zamanlar hala ümit edebiliyorudm. Bir zamanlar hala inancım vardı değişebileceğime dair. Ama artık onlar da elimden avucumdan akarak yitip gitmişti.
İçimde boşluk vardı. O boşluğa ruhumu sığdıramıyordum. Bir boşluk vardı ve ben o boşluğu dolduramıyordum.Zaman akıyordu. Aylar, yıllar geçiyordu. Ama benim için hiç bir şey değişmiyordu. Bu evden bir katil olarak çıkmıştım ve şimdi bir katil olarak yerin dibinde sürünüyordum.
Bu evde doğmuştum ve yine bu evde can vermeliydim.Burda oturup kendimi anlamaya çalışmanın bir yararı yoktu.
Ben kendime bile sürekli yalan söylüyordum.
Kimseye inanmadığım gibi kendime de inanmıyordum. Kendime anlam vermeye çalışmaya mecalim kalmamıştı. Herkese karşı güçlü, kendime karşı çaresizdim.
Kim olduğumu bilmiyordum. En büyük düşmanım, aynada bana bakan kişiydi.
Olmak istediğim birini yaratmıştım aklımda, ve o kişiyi taklit etmeye çalışıyordum. Ama bir türlü tam olarak kavrayamıyordum, başaramıyordum. Hep kaybediyordum. Bir şeyler hep eksikti. Çünkü ben taklit ediyordum insanları. Onlardan biri değildim.Avukat Beril'i taklit etmeye çalışıyordum.
Ama bir türlü o olamıyordum.Ben içimde her zaman o hastalıklı kız çocuğuydum.
Kimseyi umursamayan, hiç bir şeye değer veremeyen bu yüzden de kendini hayal dünyasına kapatan hastalıklı bir kız çocuğu. Sorun şuydu ki, başıma ne gelirse gelsin, bir daha asla yapmayacağım dediğim her şeyi, her fırsatta yine yapıyordum. Benden geriye kurtaracak bir şey kalmamıştı.Gerçekten hatıralarım yaşanmış mıydı? Bir anne ve bir babam var mıydı?
Gerçekten Betül ve Özge arkadaşım olmuş muydu?
Gerçekten avukat olmuş muydum?
Gerçekten bu ben miydim?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Avukat
ActionHiç bir şeyden korkmayan birini ne kadar tehdit edebilirsiniz ki? "Beyefendi burası dağ başı değil, bir hukuk ülkesi. Anayasası olan bir ülkede kimse kimseyi bu şekilde tehdit edemez." "Ne yazık ki sizin kitaplarınızın adaleti sokakta geçmiyor...